14 Mart 2008 Cuma

Bilimin Gör Dediği...

İnsan ufkunu açan kuantum fiziğinin bilimsel gerçekliği “maddenin özü madde değil; fikirler, kavramlar ve bilgidir” diyor. Bu üç öğenin vücut bulduğu yer ise düşüncedir. Düşünen insan bilinçlidir. Bilinç ise tam anlamıyla bedeni yaratır. İnsan bilinci gözardı ederek, bedenlere iyilik hali verilemez. Hastalıklar düzeltilemez.
Beyin vücudu, hormonal ve sinirsel yolları kullanarak kontrol eder. Rehberliği ise beyin-beden ilişkisini bütünleştiren hologram yapısından alır. Beyinde oluşan her düşünce, bedende bulunan her hücreden hissedilir. Dolayısıyla hekimler için öncelikli rehber beyin olmalıdır. Beyin çalışma özelliklerini değerlendirip düzeltebilme yöntemi, güncel ve gelecek hekimlik anlayışının temeli olmalıdır.
Günümüz sağlık anlayışı ve yansıması olan uygulamaları, hastaları birer hastalık olarak görme durumunda olup insanı bütün olarak değerlendirmekten ziyade maddenin tamirine yöneliktir. Oysa o hastalığın nedeni ve tedavisi; organa yönelik olan tetkiklerle ve sadece yakınmaları bastıran ilaçlarla değil, düşüncede aranmalıdır. Ayrıca madde olarak organa yönelik geçici tedavi yöntemleri, altta yatan asıl sorunu düzeltemeyeceğinden, gelecekte olaşacak olan diğer hastalıkların da gözardı edilmesine yol açacaktır.
Her yakınmayı dindiren ilacı bulabilirsiniz ancak ilaçlarla nedeni ortadan kaldıramazsanız. Çünkü neden; bedenin mimarı, düşüncenin uygulayıcısı olan beyindir.
Yakınmalar tabi ki durudurulmalıdır. Ancak sonrasında beyin araştırılmalı ve kaynak temizlenmelidir.
Tıp fakültesinde 1.sınıf deontoloji dersi şu özlü değişle başlar.
Hastalık yoktur, hasta vardır.
“Her hasta kendine ait özellikleriyle değerlendirilmeli, yaklaşımlar ona göre düzenlenmelidir” der. “Hastalar değerlendirilirken genellemelerden uzak durulmalıdır” der.
3.sınıf klinik bilimlere giriş ile birlikte hastalar unutulur. Tüm yöntem ve yönelimler, hastalıklar ve tedavileri üzerine gelişir. Hastalıkları sınıflandıran yöntemler genç beyinlere dikte ettirilir. Hastalar insan değil; kol, bacak, kulak, göz, kalp’dir artık.
Bu etik anlayış içinde mesleğini alan bir hekim başka bir anlayış içinde olabilir mi? Akıl-bilinç özelliklerine en çok değer vermesi beklenen psikiyatri uzmanları bile hastalıkları ilaçlarla tedavi yönüne gitmektedir. Üstelik hastalardan aldıkları subjektif veriler üzerine kurdukları tanı yöntemlerini, nasıl çalıştığını bilmedikleri beyin üzerine etki eden ilaçlarla tedavileri bina ederler. Beyine yaptıkları bu saygısız saldırı dışında da başka bir seçenekleri yoktur. Çünkü ilaç tedavisi kabul görmüş, sistem yeri yerine oturmuştur. Sistemi sorgulama gereği duyulmamıştır.
Akıllarının bir köşesinde yeralan ve zaman zaman vicdan muhasebesi yaptıran acaba şüphesini, araştırma olanağı olmadığı ve elinden bir şey gelmeyeceği savunmasıyla bastırırlar. Bastırmak zorundadırlar çünkü üniversitelerde yapılacak araştırmalar sisteme uyumlu olmalıdır. Kimse sistemin dışında kalmak istemez. Sürünün elemanı olma bilincinin verdiği korunma ve rahatlık duygu-durumunu bırakıp kim sistemi sorgulama yoluna gitmeye cesaret edebilir. Üniversite dışında kalan bağımsızların mazareti ise günlük yaşamın koşturmacasında ne zamanları vardır ne de olanakları…
Hekimler hastayla uğraşmak istemezler. Eğitimleri öyle gerektirir. Muayene et, tetkik iste, reçete yaz ve gönder. Hasta ise anlatmak ister. Derdini anlatmaktaki ihtiyacı paylaşım isteğinden gelir. Paylaşsın ki karşıdaki daha iyi anlayabilsin diye… Ancak hekimler hastanın çok konuşmasını istemezler. Materyalist yaklaşımı içinde, sorunu tahlil sonuçlarıyla bulacağı öğretisiyle yetişmiş. Bu yol alternatifsiz, kesin ve bilimseldir (!). Hastanın ne dediği değil tahlil sonuçlarının ne gösterdiği önemlidir. Materyalist dünyanın materyal insanıdır hasta…
Bir yakınmayla çıkarsınız hekim karşısına… Tahlil sonuçları, örneğin kan şekerinin yüksek olduğunu gösterir ve yafta yapıştırılır. Sizde şeker hastalığı var.
Zaten duyarlı olan beyin çalışmasının yükselttiği kan şekeri, aldığı bu haber ile büsbütün hastalık duygusuna bürünür. Hologram etkisiyle bedeninin tüm hücreleri, şeker hastası olduğu konusunda yoğun bir bilgi bombardımanına uğrar. O artık benliğinde ve bedeninde hasta olma olgusunu iyice kabullenmiştir. Kullandığı şeker düşürücü ilaçlar, şeker hastası olma bilincini kazanmış hücrelerle savaşır artık, yaşamının sonuna kadar… Sık sık diğer uzman hekimlere görünür, acaba şeker organları vurmuş mu diye! Hastalığın yayılma beklentisi içinde bedenini besleyen beynin başka bir seçeneği kalmamıştır artık. Hastalığı yaymak zorundadır tüm hücrelere…
Homestaz (homestasis), bedenin normal çalışmasını ifade eder. Allostaz (allostasis), homestaz bozulmaya başladığında gelişen vücut çalışma değişikliklerine verilen addır. Allostatik yüklenme (allostatic load ya da over load) ise hastalığın adıdır. Homestaz ve allostaz oluşumu ya da vücudun kontrolü, beyinde bulunan hipotalamus aracılığıyla sağlanır.
Kanserden şeker hastalığına, kan basıncı yüksekliğinden depresyona kadar geniş bir yelpaze içinde olan hastalıkların gelişim yeri, beyinde yer alan ve hem hormonal hem de sinirsel yollarla vücudun çalışmasını sağlayan hipotalamusun normal dışı çalışmasıdır. 1-15
Hipotalamus, diğer beyin yapılarından ve özellikle beyin ön bölgesinden (prefrontal korteks) kontrol edilir.16- 29
Beyin ön bölgesi (PFK), ıbeynin yönetim merkezidir. Zaman yönetimi, yargılama, planlama, düzenleme, davranış kontrolü, ayrıntılı düşünme ve etkiye gösterilen tepki (dürtü kontrol) düzenlenmesi bu bölgede gerçekleşir. Nerede, ne şekilde tavır ve davranışlarımızın olabileceği, amaca ulaşmak için gereken davranış modeli, işin oluşması için gereken yönetim şekli, olgun ve etkili kişilik özellikleri bu bölgede şekillenir. Neyi, nasıl, ne şekilde söyleyeceğimize karar verir. Dengeli davranmamızı, iş ve sosyal deneyimlerin sentezini yaparak alternatifleri doğru saptamamızı sağlar.
Örneğin iyi çalışan bir prefrontal bölgeniz varsa, eşinizle olan bir tartışmayı kolaylıkla tatlıya bağlayabilirsiniz. Duyarlılık var ise davranışlarınız tartışmanın daha da büyümesine yol açacaktır. Kuyrukta bekleyemeyen sabırsız kişiye öndeki yerini veriyor ise sabırsız olanın PFK sorunu vardır, sırasını veren kişide ise iyi çalışan bir PFK.
PFK sorunların çözümünde ve durum tespitinde size yardımcı olur. Düzenli aralıklarla satranç oynayanlar iyi bir beyin ön bölge işlevine sahip olabilirler. Hatalardan ders almamızı sağlar. PFK iyi çalışan hata yapmaz demek değildir ama hatalarını tekrarlamazlar. PFK iyi düzeyde olanlar elindeki işleri zamanında ve strese girmeden bitirirler. Sorunu olan ise işi son ana bırakır. Zaman darlığı nedeniyle aşırı strese girerler. Sorunu olmayan önceki deneyimlerinden işini zamanında yapmayı öğrenmiştir. Sorunu olan davranışlarını ve amaçlarını deneyimlerine değil anlık düşüncelerine göre gerçekleştirir. Bu nedenle sık hata yaparlar.
PFK dikkati ve devamlılığı sağlar. Önemli duygu ve düşüncelere yoğunlaşmayı, önemsizleri süzmeyi gerçekleştirir. Kısa süreli hafızayı sağlamada ve öğrenmede bu özellikler çok önemlidir. PFK beynin diğer bölgelerine bilgi verir ve alır. Dikkatin sağlanması için diğer bölgelerden gelen bilgilerin alımını azaltır. Dikkat eksikliği ve/ya da hiperaktivite bozukluğunda bu işlev sağlanamaz. Dolayısıyla dış uyaranlar baskılanamadığından dikkat çabuk dağılır.
Duyguların hissedilmesi ve ifadesi; mutluluk, hüzün, neşe, nefret ve aşk’ı daha ilkel bir yapı olan limbik sisteme aktarır. Sorun olduğunda duygu ve düşünceler doğru bir biçimde ifade edilemez. Çünkü limbik sistem ile olan ilişki bozulmuştur. Düşünebilmek ve tavırları, tepkileri o ölçüde gösterebilmek PFK’in önemli işlevlerinden biridir. (Eş seçimi, insan ilişkileri, çocuklarla ilgilenmek, para harcamak ve araba sürmek). PFK limbik sistemi baskılayıcı mesajlar göndererek duygularla değil mantıklı yönden karar verilmesini sağlar. Bu baskı ortadan kalkarsa limbik sistem baskın hale gelir ve depresyona meyil artar. (Limbik sistem; memeli canlıların eski beyin bölümlerinden biri olan sistem, deneyim ile kazanılan duyguların depolanmasında görev alır, kısaca bilinçaltını oluşturan yapıdır.)
Beyin ön bölgesinin duygu, düşünce, davranış ve kişilik gibi her özellik için farklı duyarlılıklarda çalışmasıyla insanlarda çeşitlilik sağlanır. Duyarlılıklar grinin tonlarına benzetilebilir. Her özelliğin farklı ton yapısı, kişiye diğer insanlardan farklı kişilik yapısı kazandırır.
Sonuç olarak beyin ön bölgesi hem düşünceyi oluşturmasıyla hem de dolaylı olarak vücudun çalışmasını yönetmesiyle insan sağlığı için tartışmasız en önemli gerçektir.
Her kişide özelleşen farklı duyarlılık dereceleri, stres altında artar. Stres ile gelişen yeni duyarlılık derecesi, hasta olma durumunu belirler. Başka bir değişle stres; hastalık nedeni değil, strese maruz kalan beyin çalışma özelliklerinin derecesi hastalık nedenidir. Zaten stressiz bir yaşam düşünülemez.
Bu gerçekler ışığında, tedavi yöntemlerinde beyin ön bölgesi ve diğer beyin üst yapılarının duyarlılık dereceleri önemli olmalıdır. Beyin çalışma özellikleri değerlendirilmeyen ve iyileştirilmeyen hastaların tedavi olabilme olanakları neredeyse yok gibidir.
Günümüz tıbbı bu gerçekleri gözardı ediyor. Sonuçta beyin çalışma özelliklerini değerlendiren yöntemler ve hekimler tukaka ediliyor. Sistem dışına itiliyor. İlgi görmüyor. İlgilenilmiyor. Yok sayılıyor.
Geçirdikleri uzun eğitim süreci ardından aydın olma özelliğini kazanmaları beklenilen hekimlerin bir görevi de içinde bulundukları sistemi sorgulamak olmalıdır. Ancak kabuller sorguya izin vermiyor.

Kaynaklar:
1.Stefan M. Gold, Isabel Dziobek Hypertension and HPA axis hyperactivity affect frontal lobe integrity J. Clinical End & Me.June 1, 2005 10.1210/jc.2004-2181
2.Mcewen BS, Wingfield JC.The concept of allostasis in biology and biomedicine. Horm Behav. 2003 Jan;43(1):2-15.
3.Glucocorticoid receptor polymorphisms in inflammatory bowel disease G Decorti, S De Iudicibus Gut 2006;55:1053-1054
4.Robyn Klein 2006 Phylogenetic and phytochemical characteristics of plant species with adaptogenic properties MS Thesis, 2004, Montana State University Chapter 3 of 8
5.Editorial: Ultradian, Circadian, and Stress-Related Hypothalamic-Pituitary-Adrenal Axis Activity—A Dynamic Digital-to-Analog Modulation George P. Chrousos, M.D. Endocrinology Vol. 139, No. 2 437-440
6.Hyperglycemia does not increase basal hypothalamo-pituitary-adrenal activity in diabetes but it does impair the HPA response to insulin-induced hypoglycemia. Vranic, Mladen, Matthews, Steve Am J Physiol Regul Integr Comp Physiol. 2005 Jul;289(1):R235-46
7.Past and present strategies of research on the HPA-axis in psychiatry Berger M, Krieg C Acta Psychiatr Scand Suppl. 1988;341:112-25
8.Stress peptides and HPA axis reactivity in depression Nemeroff C.B.; Stout S.C.; Owens M.J. European Neuropsychopharmacology, Volume 5, Number 3, September 1995, pp. 242-243(2)
9.Bea R H Van den Bergh, Ben Van Calster Antenatal Maternal Anxiety is Related to HPA-Axis Dysregulation and Self-Reported Depressive Symptoms in Adolescence Neuropsychopharmacology May 2007; doi: 10.1038/sj.npp.1301450
10.Kudıelka Brigitte M. ; Schommer Nicole C Acute HPA axis responses, heart rate, and mood changes to psychosocial stress (TSST) in humans at different times of day Psychoneuroendocrinology 2004, vol. 29, no8, pp. 983-992
11.Theresa M. Buckley MD, MS* and Alan F. Schatzberg MD On the Interactions of the HPA Axis and Sleep Journal of Clinical Endocrinology & Metabolism, 2005 doi:10.1210/jc.2004-1056
12.Abelson JL, Khan S, Lıberzon I, Young EA HPA axis activity in patients with panic disorder: review and synthesis of four studies Depress Anxiety 2007;24(1):66-76
13.Phoon R. K. S. ; Tam S. H. The role of the hypothalamic-pituitary-adrenal (HPA) axis in the regulation of blood pressure Clinical and experimental hypertension 1997, vol. 19, no4, pp. 417-430
14.Nemeroff C.B.; Stout S.C.; Stress peptides and HPA axis reactivity in depression European NeuropsychopharmacologyVolume 5, Number 3, September 1995 , pp. 242-243
15.Depression, osteoporosis and the HPA axis Townsend Letter for Doctors and Patients, April, 2005 by Robert A. Anderson
16.Cerqueria JJ, Mailliet F., J Neurosci. 2007 Mar 14;27(11):2781-7
17.Julıan F. Thayeresther Sternberg Annals Of The New York Academy Of Sciences Volume 1088 November 2006
18.Bruce S McEwen Ph.D Allostasis and Allostatic LoadNeuropsychopharmacology (2000) 22 108-124
19.J. W Crane, K Ebner, T. A Day (2003) Medial prefrontal cortex suppression of the hypothalamic-pituitary-adrenal axis response to a physical stressor, systemic delivery of interleukin-1β European J. Neuroscience 17 (7), 1473–1481
20.S. F. Akana, A. Chu, L. Soriano, M. F. Dallman (2001) Corticosterone Exerts Site-Specific and State-Dependent Effects in Prefrontal Cortex and Amygdala on Regulation of Adrenocorticotropic Hormone, Insulin and Fat Depots J.Neuroendocrinology 13 (7), 625–637
21.A. Vania Apkarian,ıÜü Yamaya Sosa, Sreepadma Sonty Chronic Back Pain Is Associated with Decreased Prefrontal and Thalamic Gray Matter Density J.Neuroscience, November 17, 2004, 24(46):10410-10415
22.Alasdair M. J. MacLullich, Karen J. Ferguson Smaller Left Anterior Cingulate Cortex Volumes Are Associated with Impaired Hypothalamic-Pituitary-Adrenal Axis Regulation in Healthy Elderly Men J. Clinical Endocrinology & Metabolism (2006) Vol. 91, No. 4 1591-1594
23.Ron M. Sullivan and Alain Gratton Lateralized Effects of Medial Prefrontal Cortex Lesions on Neuroendocrine and Autonomic Stress Responses in Rats J.Neuroscience, April 1, 1999, 19(7):2834-2840
24.Radley JJ, Sisti HM Chronic behavioral stress induces apical dendritic reorganization in pyramidal neurons of the medial prefrontal cortex. Neuroscience 2004;125(1):1-6
25.Israel Liberzon, M.D., Anthony P. King, Ph.D Paralimbic and Medial Prefrontal Cortical Involvement in Neuroendocrine Responses to Traumatic Stimuli Am J Psychiatry 164:1250-1258, August 2007
26.Radley JJ, Arias CM, Sawchenko PE Regional differentiation of the medial prefrontal cortex in regulating adaptive responses to acute emotional stress J Neurosci. 2006 Dec 13;26(50):12967-76
27.Sullivan R.M ; Gratton A. Prefrontal cortical regulation of hypothalamic-pituitary-adrenal function in the rat and implications for psychopathology: side matters Psychoneuroendocrinology Volume 27, Number 1, January 2002, pp. 99-114(16)
28.Okada T, Tanaka M, Kuratsune H, Watanabe Y, Sadato N.Mechanisms underlying fatigue: a voxel-based morphometric study of chronic fatigue syndrome BMC Neurol. 2004 Oct 4;4(1):14
29.Figueiredo HF, Bruestle A, Bodie B, Dolgas CM, Herman The medial prefrontal cortex differentially regulates stress-induced c-fos expression in the forebrain depending on type of stressor Eur J Neurosci 2003 Oct;18(8):2357-64

Tıbbi Zihniyet

Homestaz, sağlıklı işleyen bir bedeni; allostaz, çalışması bozulmaya başlayan bedeni; allostatik yüklenme ise hastalığı ifade eder.
Bu 3 tarif Türk tıp çevrelerinde pek kullanılmaz. Allostaz ifadesini kullanırsanız, hemen ardından nedeni de açıklamanız gerekir.
Neden vücudun çalışması bozulur da hastalık durumu ortaya çıkar?
Türk tıbbında nedenler pek konuşulmaz. Çünkü kabuller vardır.
….
Pek çok alanda olduğu gibi sağlık sektöründe de dışa bağımlı bir yapımız var. İlaçlar ve tıbbi malzemelerin önemli bir kısmı dışalımla geliyor. Ama bunlardan çok daha önemli olan bir konu var.
Zihniyet…
Hastalıkların oluşumuyla ilgili temel bilgiler batının dikte ettirdiği gibidir. Batılı bilimsel anlayışa göre; materyalist bilimsel yapının oluşturduğu denekler, insandır. İnsan bir maddedir. Tüm hastalıklar neden-sonuç ilişkisiyle oluşur. Hemen tüm hastalık nedenleri idiyopatiktir (bilinmez). Tedaviler; bilimsel verilerin ışığı altında, ilaçlarla tedavi edilebilir. Diğer tüm yöntemler alternatif olup çağdaş bilimsellik anlayışla çelişkilidir.
Batının materyalist bilimsel anlayışında gözlemci (bilim adamı), deneylere ya da olaylara müdahale edemez. Her olay ya da hastalık kendi süreci içinde olup biter. Gözlemcinin etki ettiği bir sonuç bilimsel değildir.
Batılı bilinçle şekillenen Türkiye’nin tıbbi uygulamaları sonucunda varılan noktada sorguya yer yoktur. Her şey kabul edilmiştir. Hastalıklar ilaçlarla tedavi edilecektir. Bitti.

Ancak batı biliminin geldiği son nokta olan kuantum fiziği, bakın neler söylüyor:
Gözlemci etkisinin olmadığı bir sonuçtan söz etmek olanaksızdır.
Maddenin özü olan atomaltı dünyasında tüm nesneler birdir. Tektir.
Fiziksel evren özünde fiziksel değildir.
Materyalist anlayış, atomaltı dünyasında (maddenin özünde) geçersizdir.
Atomaltı dünyasının mutlak gerçekle olan ilişkisi, String teorisinin muhteşem ifadesiyle belki anlaşılabilir.
İnsan için asıl olan düşüncedir, bilinçtir.

1970 ‘li yıllara kadar hakim olan maddeci bilimsellik anlayışı bugün tıp dünyasının halen aşamadığı önemli bir engeldir. Bu engel; insanlara hasta değil, hastalık gözüyle bakılmasıdır.
Tamamen maddeci sağlık hizmetleri bilinci, yaşadığımız günlerde sahip olunan çözümsüzlüğün nedenidir.
*40 yaşına gelen bir insan neden şeker hastası olur?
-İşte canım şeyden…yani genlerinden geliyor bu hastalık!
*Peki neden 50 değilde 40 yaşında başladı? Neden şimdi başladı?
-Eee…genler devreye girdi!
*Neden şimdi devreye girdi?
-Eee…Stresten galiba… hastamızın sıkıntıları olmuş ve genler öyle buyurmuş!
*Genleri etkin hale getiren neden nedir? Stres nasıl etki ediyor?
-Stres, beyin çalışmasını etkiliyor ve dolayısıyla vücudun çalışmasını bozuyor. Hücresel düzeyde yer alan genetik kodların (telomer) yapısı etkileniyor. Hastalık ortaya çıkıyor. (Ya da genetik açıdan meyilli olunan bozukluğun ortaya çıkışı sağlanıyor)
*Peki hipertansiyon…
-O da öyle…
*Peki tiroid hastalıkları…
-O da öyle…
*Peki depresyon…
-O da öyle…
*Peki kanser…
-O da öyle…
*E kardeşim o zaman, neden beyin üzerine tedaviler düzenlenmiyor da hep sonuçlar üzerine ilaçlar veriliyor? Neden ortadan kaldırılmadan sonuçlar düzeltilebilir mi?
….
Maddeci bilim, beyin çalışma özelliklerini değerlendirme ve hastalıkların oluş mekanizmasını çözümlemede yetersiz kalıyor. Çünkü, beyni anlamak için düşünceyi bilmek gerekir. Maddeci bilim düşünceyi bilemez. Çünkü düşünce; elle tutulamaz, gözle görülemez.
Beyin ön bölgesi hem düşünce sistemini geliştiriyor hem de bedeni kontrol eden merkezleri yapısında barındırıyor.
Günümüz tıbbı beyin ön bölgesiyle ilgilenmiyor. Beyin hekimleri (nörologlar) ve beyine en yakın bölüm olan psikiyatri branşının hekimleri, ilaçlarla beyin çalışmasını düzeltebileceklerini düşünüyorlar. Özellikle uzun süreli kullanılan ilaçlar, beyinde yer alan reseptörlerin duyarlılığını azaltarak beyni dolaylı yoldan tahrip ediyor. Düşünce sistemini güçlendireceği yerde tam tersi etkiler yaratıyor.
Bilimsel tıbbın hedefi; sürü psikolojisinin yarattığı toplumsal kabullerle yaşamına yön veren ve tek düze bilinçaltı sistemiyle yaşayan insanları, yaratıcı beyin gücüyle şekillenen düşüncenin egemen olduğu bireyler haline getirmek olmalıdır. Su sayede stres algısı, düşüncenin gücüyle değişecek ve beyin çalışmasına zarar vermesi engellenip hastalıkların gelişimi önlenebilecektir.
Bu iyileştirme anlayışı ütopik değildir. Tek yapılması gereken zihniyet değişikliğidir.

Beyin ve Alışkanlıklar

Her gün olduğu gibi bugün de 20 bardak çay ve bir pakete yakın sigara içmişti iş yerinde Ali Bey... Eve girerken eşi “çok kötü sigara kokuyorsun” bakışlarıyla karşıladı onu her akşam olduğu gibi… Akşam yemeğini yedikten sonra günün yorgunluğu üzerine eklenen karın tokluğunun verdiği ağırlıkla çöküverdi televizyon karşısındaki koltuğuna…10 dakikalık şekerleme, eşinin -çay demleyim mi? sorusuyla kesiliverdi.
-Yok ya ne çayı, istemem! Bugün gene içtim 20 bardak…yakında delinecek midem ama dur bakalım n’olacak!…diye karşılık verdi.
Televizyondaki ana haber bülteni ardından balkona çıkıp bi sigara tellendirme fikrinden, ağzının zehir gibi olacağı düşüncesiyle, vazgeçti.
Sınavlara hazırlanan 11 yaşındaki oğlu, elinde kitaplarıyla yanına geldi ve yardımcı olmasını istedi.
Masaya geçti, soruları incelemeye başladı. Gündüz işte evrak: matematik, akşam evde oğlanın matematik soruları…diye aklından geçirdi.
20 dakikadır sorularla ilgileniyor ama nerdeyse beyninin durduğunu hissediyor, yeterli çabuklukta soruları kavrayıp çözümlerini anlatamıyordu.
Canı sigara içmek istiyordu. Bi de yanında çay…
-Hanım, hadi bi çay demleyiver…

Sigara ve çay ile artık dikkatini daha iyi yoğunlaştırabiliyordu. Zaten gün boyu sigara ve çay içmesinin nedeni de buydu.
……
Beyin ön bölgesi, beynin giriş ve çıkış kapısı gibidir. Duygu, düşünce ve davranışların son hali burada şekillenir. Kişilik özelliklerinin oluştuğu yerdir. Beyin ön bölgesinin çalışma duyarlılıklarında oluşan farklılıklar nedeniyle insanlar birbirlerinden ayrılabilirler. Hayvan türlerinde görülmeyen farklılıkların esas nedeni, beyin ön bölgelerinin farksız olan çalışma özellikleridir.
Beyin çalışma duyarlılıklarında var olan farklılıklar, örneğin dikkati verme ve sürdürme özelliklerinin her insanda farklı olmasını sağlar. İstek ya da niyet ile oluşan güdülenme (motivasyon) dikkatin oluşmasını ve sürdürülmesi için gereklidir. Beyin ön bölgesi duyarlılık dereceleri motivasyonla düzeltilebildiği ölçüde dikkat sağlanabilir. Motivasyonun azaldığı durumlarda dikkati dağılan insanlar, dikkati sağlamak için dışarıdan bir uyarana ihtiyaç duyabilirler.
Yaşantımızın ilk günlerinden itibaren kimi besin maddeleri ve dışarıdan alınan diğer maddeler, beyin duyarlılık derecelerini etkiler. Duyarlılık derecelerine bağlı olarak bir maddeye ya da duyguya bağlanır, beyin performansını arttırmak amacıyla o maddeyi ya da duyguyu ister hale geliriz.
Beyin duyarlılığının arttığı durumlarda alınan maddelerle düzelme eğilimi, beyin tarafından öğrenilir. Beyin, ihtiyacı olduğunda bu maddeleri alması için kişide istek uyandırır. İşte, insanın alışkanlıklarını ve bağımlılıklarını belirleyen temel fizyolojik etmen budur.
Çayın içinde tein, kahvede kafein, sigarada nikotin, rafine şeker (sofra şekeri); beyin ön bölge duyarlılıklarını azaltıp beyin performansını, alındığı süre içinde, arttıran maddelerdir.
Ali Bey, beyin ön bölge performansına ihtiyacı olduğu durumlarda çay ve sigara ikilisine her zaman ihtiyacı olacaktır. Çünkü beyni, duyarlılıklarını azaltmak ve artan performansı karşılamak için bu yöntemi öğrenmiştir.
Beyin çalışma duyarlılıklarını azaltan içsel maddeler de vardır. Kortizol ve adrenalin ikilisi, örneğin heyecan verici durumlarda kanda düzeyi artarak beyne ulaşır ve beyin duyarlılıklarını azaltarak dikkatin sürdürülmesini sağlar. Normal durumlarda dikkat eksikliği olan kişiler, dikkati sürdürememe nedeniyle çabuk sıkılırlar. Ancak heyecanlı bilgisayar oyunlarını uzun süre dikkatlerini vererek sürdürebilmelerinin nedeni adrenalindir. Adrenalin ile duyarlılığın azaldığını öğrenen beyin; kişiyi heyecan verici duygu ve düşünceler geliştirmesini sağlayarak beyin çalışma duyarlılığının azalmasını ve dolayısıyla rahatlamasını amaçlar.
Sonuç olarak; uzun süreli ve normalden fazla kortizol ve adrenaline maruz kalan beyin yapısı, bozulur. Düşünce, gereği kadar kullanılamaz. Beynin vücut kontrolü bozulur ve hastalıkların ortaya çıkması kolaylaşır.
Alışkanlık ya da bağımlılık dereceleri tamamen beyin ön bölgesinin çalışma özelliklerine bağlıdır. Bizlere insan olma özelliği veren beyin ön bölgesi, en önemli insani kazanımdır. Bu kazanımın korunması ve iyi bir biçimde çalışmasını sağlayan; beklide en güçlü özellik, iradedir. İradenin gücünü arttıran yöntemlerin uygulanması, sağlıklı kalmak isteyenlerin ve sağlık hizmeti verenlerin temel öğretisi olmalıdır.

Dr. Güçlü Ildız

Çevre ve Beyin

Doğa yürüyüşüne çıkan grup, kayalıklar arasından tepeye doğru güçlükle tırmanırken karşılarına aniden çıkan çobanı görünce irkildiler.
-Kolay gelsin, bir ihtiyacınız var mı? Diye soran çoban –sağol, yanıtını aldı. Grubun 10 dakikada zorlukla aldığı yolu bir nefeste katedip gözden kayboldu.
100 yaşındaki nene, bunca yıl doktor yüzü görmeden nasıl sağlıklı kalabildiği sorusuna
-peynir, yoğurt, ot yedim, süt içtim yanıtını veriyor, umursamaz tavrıyla maydanoz toplamaya devam ediyordu.
Anadolu’nun yüksek rakımlı bölgelerinde, Kuzey Kutbuna yakın buz kaplı vadilerde, Mogolistan ovalarında, Japonyanın medeniyetten uzak adalarında; bırakın dev hastane binalarını, minicik bir sağlık ocağı bile göremezsiniz. Bu bölgelerde uzun yıllar sağlıklı bir biçimde yaşayan insanlar, modern tıbbın sayesinde ortalama yaşam ömrünün arttığı lakırtılarını yalanlarcasına sürdürdükleri sağlıklı yaşamlarıyla metropol insanlarına ders verir niteliktedir.
Günümüz modern hikayelerinden biri olan “stresin çağın hastalığı” olması yargısı, beyni tanımayan ve beynin gerçeklerini gözardı ederek oluşturulan sağlık anlayışının bir sonucudur. Gerçekte hastalık nedeni stres değil, o strese maruz kalan beynin çalışma özellikleridir. Beyin çalışma özellikleri ne kadar duyarlı ise stresten etkilenme oranı da o ölçüde artacaktır.
Şehir yaşamı insan üzerindeki olumsuz özelliklerini, beynin çalışma özelliklerini etkileyerek gösterir. Gebe anne adayının ruhsal ve fiziksel durumu, doğum zorlukları, yetersiz anne sütü alımı, ağır metal (alüminyum vb.) içerikli aşılar, kafa darbeleri, basit karbonhidratlarla hazırlanan rafine besinlerle oluşturulan beslenme tarzı, genel anestezi altında yapılan gereksiz ameliyatlar ve beyni etkileyen ateşli hastalıklar; şehirli insanların beyin çalışmasını etkileyen önemli etmenlerdir.
Sayılan bu etmenlerin çoban ve nenenin beynini etkilemesini beklemeyin.

AH ŞU KALBİMİZ!

Sağlık yatırımlarında son yıllarda önemli artışlar olduğu görülüyor. İstanbul’dan başlayan hastane zincirleri Anadolu’ya hızla yayılıyor. Bugün Elazığ’da bile bir Alman hastanesinin bulunması o bölgenin insanları için iyi bir alternatif oluşturuyor.
İstanbul’da hemen her mahallede bulunan özel hastanelere işçi, memur ve emeklilerinin sevkleriyle gidebilmeleri; özel dal hastanelerin artışı ve hatta yurt dışından hastaların tedavi amaçlı gelmeleri, sağlık sektörünün geldiği nokta açısından taktir edilecek bir durumdur.
Sağlık sektöründe olmazsa olmaz müşteri portföyünü hastalar oluşturur. Tüm bu yatırımların karlı birer işletmeye dönmesi için hastanın olması gerekir. Ne kadar çok hasta, o kadar çok para! Başka bir biçimde düşünmenin olanağı var mıdır? Hangi özel hastane yatırımcısı ve işletmecisi bu gerçeği yatsıyabilir?
Hastanelerin karlı görülen bölümleri yoğun bakım, cerrahi ve girişimsel işlemlerdir. Her üç bölümünde ortak hastalık organı “kalp”dir. Önce muayene ve laboratuvardan sonra girişimsel işlemlerden (anjio, stend vb.) sonrada açık kalp ameliyatından ve ardından yoğun bakım hizmetlerinden para kazanırsınız. Kalp işi gerçekten çok karlıdır.
Bu nedenle özel hastane reklamlarında kalp, kullanılan bir numaralı araçtır. “Kalbinizi düşünüyoruz, yeni anjio ünitemizde çok daha güçlüyüz, kalp sağlığınızı koruyun hemen gelin bir çekap yapalım”
Son yıllarda tırmanan kalp sağlığını koruma furyasında gıda ürünleri de yerini alımıştır. “Bu yağ kalbinizi korur, bu besin kalp dostudur”
Hatta kimi hastaneler kalbin ne derece önemli olduğunu anlamışlar ve “yakınmanız ne olursa olsun önce bir kalbinize baktıralım” anlayışı geliştirmişlerdir. Baş dönmesi nedeniyle geçerken uğradığınız hastanenin acil polikliniğinden anjio olup çıkarsanız şaşırmayınız.
“Kalbin düşmanları nelerdir” sorusuna bir ilkokul öğrencisi bile kolaylıkla 2 maddelik yanıtı verebilir. Kolesterol ve tansiyon yüksekliği. Gazete, TV, paneller, konuşmalar ve hekimlerin dilinde hep bu iki “düşman” vardır.
Kolesterol kalp damarlarını tıkar, yüksek tansiyon ise bu olaya yardımcı olur. Hekimlerin anlattıkları kısaca budur.
Bu nedenlerle hastalara, bolca kolesterol ve tansiyon düşürücü ilaç yazılır.
Böylece hem hastane hem ilaç firmaları hem eczaneler hemde gıda sektörü “kalp” üstünden para kazanırlar. Bu durum tüm dünyada böyledir.
Gerçekten kolesterol’ün ne olduğuna bakmakta fayda var.
Kolesterol vücudumuzun tüm hücrelerinde, hücre zarı yapısını oluşturan önemli bir moleküldür. Tüm canlılarda bulunur. Kolesterol’ün önemli miktarı vücut tarafından oluşturulur. Çok daha az miktarı besinler yoluyla alınır. Karaciğer, beyin, omurilik ve kan damar yüzeyinde çok daha fazla bulunur. Kolesterol kanda LDL, VLDL ve HDL adı verilen taşıyıcılar tarafından, diğer dokulara ulaştırılmak üzere karaciğer ve ince barsakta yapılarak, taşınır. LDL ve VLDL karaciğerden dokulara, HDL kandan karaciğere kolesterol’ü taşır.
Hücre zarı yapısını oluşturması nedeniyle bazı araştırmacılar kolesterol’ün antioksidan (koruyucu) etkisi olduğunu belirtmişlerdir. Yağda eriyen vitaminlerin (A,D,E,K) kullanımı için kolesterol gereklidir. D vitamini yapılabilmesi için kolesterol olması gerekir. Kortizon, progesteron, östrojen ve testosteron gibi hormonların yapımı için gene kolesterol gerekir.Ayrıca hücre bütünlüğünü ve madde alışverişini sağlayan hücre zarı işlevinde kolesterolün önemli görevi vardır.

DAMARLAR NASIL TIKANIR ?
Damarın tıkanabilmesi için öncelikle damar yüzeyi yapısının bozulması gerekir. Sağlam olan damar iç yüzeyine kolesterol ya da başka bir madde zarar veremez. Sonuç olarak tıkaç oluşması ve damarın tıkanması için öncelikle ve mutlaka damar yüzeyinin bozulması gerekir.Damar yüzeyini koruyan 2 madde vardır. PGI 2 (prostasiklin) ve NO (nitrik oksit). Her iki madde damar iç yüzeyinde yapılır ve etkilerini hem burada hem de düz kas tabakası içine girerek, orada gösterirler. Her iki maddenin damar iç yüzeyi koruyucu, pıhtılaşmayı önleyici, damarları genişletici ve damar düz kas yapısını koruyucu görevleri vardır. Damar tıkacı ya da damar sertliği (atheroskleroz) durumunda, serbest radikaller adı verilen vücut metabolizma ürünleri, damar iç yüzeyinden PGI 2 ve NO salgılanmasını azaltır. Bunun sonucu damar iç yüzeyine kanda bulunan ve asıl görevi doku koruyucu özelliği olan maddeler (monosit ve makrofaj) yapışır ve damar içine girer. Kanda bulunan ve kolesterol taşıyan LDL, serbest radikallerin etkisiyle oksitlenir ve makrofajlarla birlikte, kalsiyumla birleşerek damar içine girer. Ayrıca kanda doku harabiyeti ön faktörleri artar (MCP 1, TNF alfa, VCAM 1).Özetle; damar iç yüzeyi çalışmasının bozulmasını sağlayan serbest radikaller, damar sertliğinin asıl nedenidirler. Kolesterol sonradan devreye girer ve tek başına bir anlam ifade etmez.Serbest radikallerin varlığı, kolesterol yüksekliği, kan şekeri fazlalığı gibi etkenler gerçekte vücut işleyişinde var olan bir sorunun göstergesidir. Vücudumuz iyi yönetilememekte ve uygun gıdalar alınmamaktadır. Bir çok hastalığın nedeninde olduğu gibi beyin duyarlılıkları sonucu bozulan vücut sisteminin çalışması ve uygun olmayan besinler hastalıkları ortaya çıkarmaktadır.
KOLESTEROL İLE İLGİLİ BİLİMSEL GERÇEKLER

1. Damarları tıkayan pıhtı-tıkaç ya da atherom plağı içinde kolesterol oranı sadece % 3 tür. %50’den fazla kalsiyum, geri kalan ise kan hücrelerinden ve damar düz kas dokusundan oluşur.
2. Damar hastalıkları tanısı için artık anjio değil, damar tıkacındaki kalsiyum miktarını ölçen tomografi kullanılmaktadır.
3. Toplam kolesterolün % 20 oranı besinlerle ile alınır. Geri kalanı karaciğer tarafından oluşturulur. Diyet ile toplam kolesterol en fazla % 10 düşer.
4. Kolesterolden fakir diyet alındığında, vücut kolesterol harcamayı durdurur. Kolesterolü saklar. Çünkü kolesterol gereklidir.
5. Kolesterol düşüklüğü ile depresyon riski artar, kanser riski artar, cilt kurur, cinsel isteksizlik ve güçsüzlük olur, kemik yapısı bozulur.
6. Kadınlarda östrojen, erkeklerde testosteron hormonları için kolesterol gerekir. Her iki cins için de bu hormonlar birçok açıdan koruyucu özellikleri vardır.
7. Damar tıkacı, damar hastalığıdır, kolesterol hastalığı değildir.
8. Kolesterol yüksekliği nedeni allostatik yüklenmedir.
9. Kolesterol düşürücü ilaçlar karaciğere zararlıdır, kas dokusunu tahrip eder ve dolaylı olarak böbreklere zarar verir.
10. Kolesterol düşürücü ilaçlar kas ağrılarına yol açar.
11. Kalp, kastan yapılmıştır. Kalsiyum miktarı fazla, magnezyum oranı az olan su ve gıdalarla beslenme, kalp ve diğer kasların kasılmasında sorunlara yol açar. Bu nedenle panik atak yakınması olanlarda ani ölümler gözlenebilir. (Kemal Sunal’da ki uçak korkusunun neden olduğu panik atak ve kalp krizi bunun bir örneğidir.)
12. Kalp hastalıkları yoğun bakımında, kalp krizi nedeniyle yatan hastaların ortalama yarısının kan kolesterol düzeyleri normal ya da düşüktür. Aynı durum nöroloji kliniğinde yatan felçli hastalar için de geçerlidir.
13. Kolesterol düşürücü ilaçlar, 5 yıl için kalp krizi olasılığını sadece % 2 düşürür.1
14. Nagoya Üniversitesinden Dr. Harumi Okuyama kolesterol düşürmenin hiçbir faydasının olmadığını, aksine kanser ve depresyon riskini arttırdığını, acilen bu tedavi biçiminin durdurulması gerektiğini söylüyor.2
15. Kalp hastalıkları uzmanı Dr. Stephen Seely, kalsiyum, kalp-damar hastalıklarının en önemli düşmanıdır diyor kitabında.3 Kolesterol düşürücü tedavilerin, damar tıkacındaki kalsiyum oranını daha da artırdığını söylüyor yıllar önce.
16. Bir araştırma yakınması olmayan ve hastalık risk grubunda olmayan orta yaştaki insanların 1/3 ‘ünde ciddi oranda kalp damarı tıkaçları bulunduğunu bildiriyor.4
17. Tüm araştırmalardan çıkarılan sonuç; kolesterol düşürmek kalp krizinden ölümleri azaltmıyor.5
18. Yumurta kolesterol açısından çok zengindir. 9734 kişi haftada en az 6 yumurta yedi, kolesterolleri artmadı. Kalp krizi ve inme riski artmadı.6
19. ABD acil servislerinde kalp krizi tanısı konulan hastaların %50 oranında kolesterol düzeyleri normal bulunmuş.7,8
20. Kalp tomografisinde, Agatston kalsiyum skoru “0” olanların kalp krizi geçirme olasılığı “0”dır.9
21. Orta yaş grubunda, sex hormonlarının (östrojen ve testosteron) azalmasına bağlı olarak karaciğer, kolesterol salgılanmasını arttırarak hormon yapımının dolaylı olarak arttırılmasını amaçlar. Bu nedenle orta yaş grubunda görülen kolesterol artışı normal bir olaydır.10
22. Kalp damarlarında yer alan 10 mikron çapındaki bir kalsiyum plağı bile kopup kan elemanlarıyla birleşerek kalp krizine neden olabilmektedir. Ani ölümlere yol açan kalp krizlerinde görülen öncelikli sorun bu şekilde gelişir.11
23. Kan sulandırıcı tüm ilaçlar (aspirin dahil) kan damarlarında kalsiyum birikimini 2 kat arttırırlar.12
24. Harvard Üniversitesinden Dr. John Abramson, kolesterol düşürücü ilaçların kalp krizi nedeniyle olan ölümleri azalttığına dair hiç bir belirtinin olmadığın bildiriyor.13
25. Kolesterolün düşmesi ile beyin hücreleri yapısında bulunan kolesterolün eksikliğine bağlı beyin ve sinir hastalıklarının ortaya çıkabileceği bildirilmiştir.14
26. Kolesterol düşürücü ilaç kullananlarda karaciğer bozuklukları görülme oranı %448 (dörtyüzkırksekiz) artar.15
27. Kolesterol düşürücü ilaçların kullanımı ile ALS (amyotrofik lateral skleroz) görülme sıklığı artar.16

Sonuç olarak, vücudun çalışması bozulduğunda karaciğerden kolesterol sentezi artar. Bu durum, vücudun kendi kendine onarması için gerekli gördüğü bir tedavi yöntemidir. Kolesterol yüksekliği bir hastalık değildir.
Herhengi bir sağlık sorunu olmadan 100 yaş üzerinde yaşayan insanların öldükten sonra yapılan otopsilerinde, kalp damarlarında %84-97 oranında tıkanmaların olduğu görülmüştür.17
Bu araştırma sonucu bize kalp damarlarının tıkanmasının doğal ve normal bir süreç olduğunu gösteriyor. Toplu iğne başı yer kalıncaya kadar kalp damarları tıkanabilir. Bu durum o insanın kalp hastası olduğunu göstermez. Olsaydı, o insanlar 100’lü yaşları göremezlerdi.
Asıl sorun, kalbin nasıl tıkanıp kalp krizine yol açtığıdır. Kalbi asıl tıkayan neden, kalp damar çalışmasındaki sorunlardır. Anlık olan spazmlar kalbi tıkar ve krize yol açarlar. Spazm olan bölgeden kopan tıkaç ya da pıhtı, daha uç bölümdeki damarı tıkar ve bu tıkanma kriz nedeni olarak görülür.
Görüldüğü gibi krize yol açan esas olay, kalp damar kaslarının normalden fazla kasılmalarıdır. Bu durumun kolesterol ile ilgisi yoktur.
Sıklıkla yanlışa düşülen bir diğer anlayış ise ani gelişen hemen tüm sağlık sorununun kalp krizi olarak kabul edilmesidir. Aniden yere düşen bir insan “kalp krizi geçiriyor” zannedilir. Gerçekte olan olay ise; kriz anında beyinden kaynaklanan anormal elektriksel ve hormonal deşarj nedeniyle vücudun çalışmasının bozulmasıdır. Bu olay en çok akciğerleri ve kalbi etkiler. Aynı oranda mide ya da böbrekte etkilenir ancak o anda çalışması bozulan organın işlevi önemlidir. Kalp birkaç sanıye çalışması etkilenirse hemen belirti vereceğinden olay kalbe havale edilir. Asıl sorun kalpte değil vücudun çalşışmasını kontrol eden ya da edemeyen beyindedir.
Sağlık sisteminin şapkasını önüne koyup yeniden düşünmesi gerekiyor. Yapılan yüksek sağlık yatırımlarının parasını olmayan hastalıklardan çıkarmak ve hastalara sağlık adına eziyet etmek etiğe, insan haklarına ve vicdana sığmıyor.
Dr. Güçlü Ildız
Nöroloji Uzmanı
Kaynaklar
1. HeartWire Jan. 27, 2007
2. Basel, Karger, World Review Nutrition Dietetics, 96: 1-17, 2007
3. International Journal Cardiology 1991 Nov; 33 (2):191-8
4. European Heart Journal 25: 48-55, 2004
5. Domaine de la Merci, Nutrition Metabolism Cardiovascular Disease 16: 387-90, 2006
6. Medical Science Monitoring 13: CR1-8, 2006
7. Atherosclerosis 149: 181-90, 2000
8. Medical Hypotheses 59: 751-56, 2002
9. Cleveland Clinic Journal Medicine 49: Supp 3 – S-6-11, 2002
10. Medical Hypotheses 59: 751–56, 2002
11. Proceedings National Academy of Sciences 103: 14678-83, 2006
12. Blood 104: 3231-32, 2004
13. Lancet. 2007 Jan 20; 369(9557):168-9
14. Drug Safety. 30(8):669-675, 2007
15. Clinical Therapy 2007 Feb; 29(2):253-60
16. Drug Safety 2007; 30(6):515-25
17. Journal Gerontology Medical Science 59: 1195-99, 2004

İşitme ve Çınlama

Kulakların üstünde, şakaklarda yer alan beyin bölgesi; işitmenin merkezidir. Kulaklar birer ses alıcısıdır. Amaçları, aldıkları sesleri en iyi biçimde beyine ulaştırmaktır. Çünkü beyin alınan seslere anlam kazandırır. Çünkü asıl işiten kulak değil, beyindir.
Kimi insanların az işitme nedeniyle kullandıkları işitme cihazlarından rahatsız olduklarını ya da kullanamadıklarını görürsünüz. Çünkü sorun, kulakta değil beyindedir.
Yaşlı insanlara “işine gelmediğini duymaz” diye takılırız. Nedeni; işlerine gelmediği için değil, işitilen sesleri anlamadıkları içindir. Çünkü sorun kulakta değil beyindedir.
Kulak çınlaması toplumumuzun sahip olduğu önemli sağlık sorunlarından biridir. Kulak çınlaması, işitme merkezinin duyarlı çalışma özelliklerinin artmasıyla ortaya çıkar. Stres altında çalışma özellikleri bakımından artan duyarlılıklar sonucu gelişir. Örneğin stresli bir günde işitilen yüksek volümlü bir ses, yıllar boyu sürecek çınlama yakınmasını başlatabilir. Beyin duyarlı çalışmasına neden olan önemli bir etken de kafa darbesidir. Önemsiz gibi görünen şakak bölgelerine alınan bir darbeden aylar sonra çınlama başlayabilir ve bir ömür boyu sürebilir.
Günümüz sağlık uygulamalarında yapılan önemli hatalardan biride, işitme ile ilgili her türlü yakınmanın nedeninin kulakta aranmasıdır. Eğer kulak ile ilgili yapılan testlerden bir sonuç çıkmıyor ise ya da tadavilerden fayda göremiyorsanız o zaman emin olunuz ki sorun beyindedir.
QEEG ile beyinde yer alan işitme merkezinin çalışma özellikleri değerlendirilebilir, saptanan sorunlar nöroterapiyle tedavi edilebilir.

Kitap Tanıtım Yazısı

“Ah şu beynimiz! Gözardı edilen tıbbi gerçekler” adlı kitabın yazılmasının pek çok nedeni var. Psikolojik, metafizik ya da bilimsel içerikli çeviri kitapların, anlatıpta anlaşılamadığı o soyut kavramları somuta indirgemek, bu kitabın amaçlarından biridir.
Beynin öneminden hep söz edilir de iş uygulamaya gelince, uygulayıcıların bile varlığını gözardı ederek mesleklerini uyguladığı görülür. “Psikolojim bozuk” sözünün ağızlarda sakızlığı ile farkedilmez beynin ne denli öksüz bırakıldığı. Oysaki psikolojiniz; tepenizde gezinen soyut bir kavram değil, doğrudan beynin çalışmasıyla ortaya çıkan bir sonuçtur. O halde, güncel bilimsel verilerin ışığı ve içinizden birinin sözleriyle yazılmış bu esere buyrun da psikolojinizin yaratıcısını daha yakından tanıyın.
Var olan hemen tüm yapılar, belirli bir organizasyon şemasıyla işleyişini sürdürürler. Her zaman bir baş, başkan, müdür, amir, patron ya da CEO vardır. Diğer kademeler bu üstlerin altında sıralanır. Bu gerçek biliniyorken neden hekimler “beyninizin durumu nasıl acaba?” diye sormazlar. Vücudun genel çalışma bozukluğu olan hastalıklarda, örneğin bir şeker hastasında neden beyin çalışma özellikleri araştırılmaz. Başkanın iyi olduğu bir kurumdan ciddi sorunların ortaya çıkması beklenebilir mi? O halde, hastalıklar beynin etkisi olmadan nasıl ortaya çıkabilir? Tedavilerinde nasıl beyin çalışma özelliklerinin ne olduğu düşünülmez?
Güncel sağlık hizmetlerinde “madde” boyutunda kabul edilen hastalar, “hastalık” olarak tedavi edilmeye çalışılır. Bu bilinç öylesine yerleştirilmiştir ki hastalık nedeni değil ama sonuçları tedavi kapsamına alınır olmuş, hasta faktörü ve onun beyin çalışma özellikleri adeta gözardı edilmiştir. Hastalık genellemeleriyle yapılan tedaviler, uzun süreli ya da ömürboyu ilaç kullanma mahkümiyetinden öteye geçememiştir.
Oysaki her bireyin sahip olduğu beyin çalışma özelliği; kişiye özgüdür, tektir. Bu özgünlük nedeniyle vücudun çalışma özellikleri ve gelişen hastalıklarda kişiye özgüdür. Bu nedenle gelişen her hastalığın tedavisi de kişiye özgü olmalıdır. Genellemeler ve kalıplar içine sokulmaya çalışılan hastaların tedavilerinde bu nedenle başarısızlıklar oluşmaktadır.
Bu kitap beynin neden önemli olduğunu, güncel tedavilerin neden başarısız olduğunu ve uygulanması gereken yöntemleri her okurun anlayacağı bir biçimde anlatmaya çalışıyor.

Epilepsiyi Anlamak

Klasik tanımlarda epilepsi, beynin anormal elektrik deşarjı olarak tanımlanır. Milyarlarca hücrenin oluşturduğu trilyonlarca ağ sisteminin bir bölümünde oluşan anormal elektrik akımı, kaynak aldığı bölgenin ya da yayıldığı diğer beyin bölgelerinin çalışmasını etkileyerek epileptik anormalliği ortaya çıkartır. Sorun temelde beyin çalışma bozukluğudur. O halde beynin nasıl çalıştığını incelemekte fayda olacaktır.

BEYİN NASIL ÇALIŞIR?

Beyin çalışması, hücre içi ve hücreler arasındaki iletişimle sağlanır.

Hücre içi çalışması elektrik akımıyla, hücreler arası çalışma ise nörotransmiter adı verilen maddelerle sağlanır.
Komşu hücreden alıcılar (dendritler) aracılığıyla alınan mikrovolt düzeyindeki elektrik akımı ile beyin hücresi etkinleşir ve uzmanlaştığı konuyla ilgili görevi, diğer hücrelerle birlikte, yerine getirir. Elektrik akımı alıcılardan hücre gövdesine, buradan da hücre kuyruğuna (akson) gelerek, bir sonraki hücreye akımı iletmek için gerekli hazırlıkların oluşturulmasını sağlar. Kuyruk ucuna gelen elektrik akımı, burada, kesecikler içinde bulunan nörotransmiterlerin hücreler arası boşluğa (sinaptik aralık) salınmasını sağlar. Bu boşluktan komşu hücrenin alıcı ucuna giderek bağlanırlar ve akımın diğer hücrede oluşmasını sağlarlar.
Beyin hücreleri arasında destek hücreleri (glia) bulunur. Bu hücreler, nöronlara nörotransmiter sağlar. Nöronların çalışabilmesi için gerekli maddeleri ulaştırır. Artık maddeleri alarak kana verir.
Beyin çalışma özellikleri EEG adı verilen yöntemle ölçülebilir. Kafaya yapıstırılan 19 adet metal disklerle ya da EEG şapkası ile ölçüm yapılır. Bu ölçümler ile aşağıda yer alan kayıtlamalar gerçekleştirilir. Ölçümler ile elde edilen beyin dalgaları, saniyede oluşma sıklığına göre sınıflandırılırlar. 1 saniye içinde 13 ve üzerinde oluşan dalgalara beta adı verilir. Sayı, 8-12 arasında ise alfa, 4-7 teta ve 4’den az ise deltadır. Burada önemli olan dalgaların aldığı şekildir. Bu nedenle 1 saniye içinde 2 ya da 3 ayrı tip dalga özellikleri de görülebilir.

Beyinde dolaşan ve alfa, teta ve delta dalgalarının oluşmasını sağlayan elektrik akımı, talamus adı verilen bir yapıdan kaynaklanır. Beta dalgaları ise, beyin kabuğundaki hücreler arası ayrı bir çalışma yöntemiyle oluşur.
Koku alma duyusu hariç vücudun içinden ve dışından gelen hemen tüm duyular talamusta toplanır. Burada işlenerek tüm beyine dağılır. Akımın ulaştığı beyin hücreleri, gelen bu bilgileri kendi özelliklerine göre yorumlayarak duyuların anlaşılmasını sağlar.

EPİLEPSİ TÜRLERİ

Klasik nörolojik anlayışlar, epilepsiyi klinik özelliklerine göre lokal ve genel olarak sınıflamışlardır. Ancak sınıflama türleri arttıkça esas konudan çıkılır endişesiyle ve hastalıklardan daha çok hasta özelliklerinin ön planda tutulması düşüncesiyle daha farklı bir anlatım yöntemi geliştirmek istiyorum. Çünkü ön planda hastalığın kendisi değil, hasta olmalıdır. Yapılan sınıflamalar göre hastalığı değerlendiren hekim sıklıkla hasta faktörünü bir kenara ittiği gözlenir. “Sen epilepsisin ya da değilsin” biçiminde sergilenen yaklaşımlar hekimler arasında da farklılık göstererek hastayı ümitsizliğe iter.

BEYİN ÇALIŞMA BOZUKLUKLARI

Epilepsi’de beyin çalışması bozulmuştur. Ancak, beyin çalışma bozukluğu ile sadece epilepsi oluşmaz. Depresyon, anksiyete, anormal davranışlarla görülen hastalıklar, Parkinson ve Alzheimer hastalıklarında da beyin çalışma özellikleri bozulmuştur. Depresyon’da hücrenin kuyruğunda yer alan nörotransmiter sayısında azalma olduğu düşünülür ve bu nedenle hücreler arası boşlukta nörotransmiter etkinliğini arttırıcı tedaviler verilir. Bu ilaçlara antidepresan (lustral, prozac, anafranil, paksil vb.) ilaçlar denir.
Epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçlarda, depresyon tedavisine ters olarak, durdurucu yönde etki göstererek nörotransmiter etkinliğini azaltmaya çalışırlar. Çünkü depresyonda nörotransmiter etkinliği azalmış, epilepside ise artmıştır.
Beyin çalışma bozukluklarında kullanılan ilaçlar, görüldüğü üzere, beyin çalışmasına müdahale eder özelliktedir. Ancak ideal tedavi yöntemi değillerdir. İdeal yöntem, destek beyin hücrelerinin yeterli oranda nörotransmiter yapmasını ve beyin elektrik akımını oluşturan talamusun normal etkinliğine kavuşmasını sağlamak olmalıdır.

BEYİN ÇALIŞMA ÖZELLİKLERİNİ ETKİLEYEN NEDENLER

1.Ge­ne­tik,
2.An­ne­nin has­ta­lı­ğı,
3.Zor do­ğum,
4.An­ne sü­tü,
5.Bey­ni et­ki­le­yen ateşli has­ta­lık­lar,
6.Bes­len­me özellikleri,
7.Hafif ya da şiddetli ka­fa dar­beleri,
8. Aşılar,
9.Ge­nel anes­te­zi al­tın­da ge­çi­ri­len ame­li­yat­lar,
10. Stres,

Yukarıda adı geçen nedenler beyin gelişimini ve çalışmasını etkileyerek beyin çalışma bozukluklarıyla ortaya çıkan pek çok hastalık biçimini oluştururlar. Bu hastalıklardan biri de epilepsidir. Bir başka değişle, MR ya da tomoğrafi gibi görüntüleme yöntemleriyle açıklanamayan nörolojik ve psikiyatrik hastalıkların nedeni, yukarıda adı geçen etkenlerdir.

1. Anne-babadan alınan genetik özellikler, beyin özelliklerinin temel yapısını oluşturur. Sayılan diğer faktörler, genetik yönden belirlenen özellikler üzerine bina edilir.
2. Annenin hamile iken içinde bulunduğu hastalık durumu, vücuttaki kimi hormonal çalışma bozukluklarına neden olur ve anne ile karnındaki bebeğin ilişkisini sağlayan kordonun çalışmasını etkileyerek bebeğin beyin gelişiminde değişikliklere neden olabilir.
3. Doğum zorlukları sonucu bebeğin beyin kanlanması geçici olarak etkilenebilir.
4. Anne sütü içinde bulunan kimi maddeler beyin gelişimi için gereklidir.
5. Kimi bakteriyel ve virüsler beyin çalışmasını etkileyebilir.
6. Gelişen teknoloji ile değişen beslenme alışkanlıkları sonucu ortaya çıkan doğal olmayan besinler, beyin üzerinde önemli etkilere sahiptir. Bin yıllar boyunca doğada, doğal halde bulunan besinlerle gelişen bünyemiz; özellikle son 50 yılda ortaya çıkan yapay besin ürünlerine yabancıdır. Karton kutularda bir çok işlemden geçirilerek satılan sütler doğallıklarını tamamen yitirmişlerdir. Ekmek; saf buğdaydan değil, özü ve kepeğini kaybetmiş buğdaydan yapılır. Yürüyemeden, güneş ışığı görmeden ve tek yönlü beslenme ile yetiştirilen tavukların etleri ne derece sağlıklıdır? Sofra şekeri (glükoz) ile hazırlanan besinler ve şekerin kendisi, tamamen rafine edilmiş bir üründür ve sindirim yoluyla alınması insan bünyesine zararlıdır. İnsan vücudu; besin maddesi olarak aldığı protein, yağ ve birleşik karbonhidratlardan şekeri elde eder. Doğrudan alınan basit şeker, önce insülin sonra diğer vücut sistemlerini olumsuz yönde etkileyerek hastalıkların oluşmasına zemin hazırlar.
Özellikle saf şeker başta olmak üzere, doğal olmayan besin maddelerinin önemli etkileri beyinde gözleniyor. Saf şekerin ve glisemik endeksi arttıran hamur işi gibi diğer besin maddelerinin beyin üzerinde uyarıcı etkileri vardır. Bu etki, çocukluk dönemlerinden itibaren beyin tarafından öğrenilir. Beyin çalışma özellikleri duyarlı hale geldiği durumlarda (sinirli, üzgün, yorgun, dikkat azlığı vb.) beyin uyarılma ihtiyacı hissederek bu maddelerin alınmasını ister. Çayda bulunan tein, kahvede kafein, kolada x maddesi ve şeker, sigarada nikotin, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunda kullanılan ilaçların içeriğinde yer alan amfetamin, beyin uyarıcı özelliği olan diğer maddelerdir. Sonuçta, beyin çalışma özelliklerinin; hem bağımlılık yapıcı etkisiyle hem de bağımlılığın oluşturduğu maddelerin vücut üzerindeki zararlı etkisiyle beyin çalışma bozukluklarıyla görülen hastalıkların gelişiminde önemli etkileri olduğu gözlenir.
7. Beyin, kafatası içinde, etrefında su dolu bir kesede bulunur. Kafatası içinde çeşitli kemik çıkıntıları vardır. İvmeli kafa hareketleri, beyne zarar verebilir ve sonuçta beyin çalışması etkilenebilir. Beyin ön bölgesi çalışmasıyla insan kişilik özelliklerinin önemli bir bölümü şekillenir. Sinirli, sabırsız, dikkat eksikliği olan bir kişinin beyin ön bölge çalışması duyarlıdır. Beyin temporal (şakak) bölgeleri ise duyguların ton ayarının yapıldığı bölgelerdir.
Ayrıca bellek merkezi olan hipokampus ve bağlantılı olarak duyguların depolandığı yer olan amigdala, temporal bölgenin yakın komşuluğundadır.
Kafa darbesinden sonra epileptik nöbetler ortaya çıkabilir. Bu durum, alınan darbenin şiddetinden çok, darbe alındığı andaki beyin çalışma özellikleriyle ilişkilidir. Çok şiddetli bir darbe herhangi bir yakınma oluşturmazken, daha hafif şiddetteki darbeler; epileptik nöbet, başağrısı, depresyon, kronik baş dönmesi, kronik kulak çınlaması ve hatta hipertansiyon ve astım krizlerine yol açabildiği bilinmektedir.
Kafa darbeleri sonucu kimi beyin cerrahi uzmanları, antiepileptik ilaç tedavisi başlarlar. Bu gereksizdir. Kafa darbeleri sonrası sadece epilepsi oluşmaz. Gereksiz ilaç kullanımı beyne zarar verebilir. Önemli olan, darbe alındıktan sonra yapılacak beyin çalışma özelliklerini değerlendirebilen yöntemlerdir. Rutin EEG ve sonrasında QEEG takipleri, olası epileptik etkinliği önceden değerlendirebilen en iyi yöntemlerdir.
8. Aşılarda yer alan alimünyum, civa gibi ağır metallerin beyin üzerinde olumsuz etkileri vardır. 2002 yılında batılı ülkelerde bu maddelerin aşılardan çıkartılmasına karar verildi. Ülkemize dışarıdan gönderilen aşıların içeriği halen belirsiz. Üstelik Sağlık Bakanlığı yaptığı bir açıklamada, ağır metal içeren aşıların zararının olmadığını açıkladı. Oysaki son 50 yıl içinde otizm, dikkat eksikliği, epilepsi, immun sistem hastalıkları gibi durumlar, aşı uygulamasının yaygınlaşmasıyla birlikte önemli artış olduğu gözleniyor.
Son günlerde ülkemizde tanıtımı yapılan pnömokok aşısı alüminyum içeriyor. ABD’ndeki uygulamalarda; epileptik nöbet geçirme (sara), yüksek ateş, aşırı sinirlilik gibi yan etkilerinin olduğu bildirilmiştir. Aşı, ABD’nde 2000 yılında kullanım izni almış ve aşı sonrası 79 çocuğun öldüğü, toplam 3243 çocukta yan etki ortaya çıktığı bilinmektedir. 1-3
Amerika’da aşılardaki ağır metallerin çıkartılması önerilirken Sağlık Bakanlığının “zararsız” açıklaması, aşılara karşı güvensizlik yaratıyor.
9. Yapılan çalışmalar, anestezik maddelerin beyin işlevleri üzerine olumsuz etkileri olduğunu bildiriyor. Klinik uygulamalarda, öykü alırken kimi hastaların ısrarla, yakınmaların ameliyat sonrası başladığını ifade etmesi, bilimsel verilerle bütünleşiyor. Ameliyatlarda kullanılan genel anestezikler, beyin ön bölge çalışma özelliklerini etkileyerek ve olasılıkla önceden var olan duyarlılıkları arttırmasıyla zararlı olabiliyor.4-7
10. Milyarlarca beyin hücresinin oluşturduğu trilyonlarla ifade edilebilen ağ sistemi nedeniyle, her beynin ya da her bireyin akıl ve kişilik özellikleri kendine özgü (şahsına münhasır) ve tektir. Bu nedenle yaşamış ve yaşayan insanlar, genetik özellikler bakımından benzerlikler gösterebilir ama birbirlerine tıpatıp benzemezler. Her bireyin sahip olduğu benzersiz beyin çalışma özellikleri, yukarıda adı geçen etkenlerle şekillenerek kendi duygu, düşünce ve davranış özelliklerini belirler. Stresin etkisi bu nedenle her beyinde farklıdır. Çünkü, her beynin çalışma özellikleri farklıdır. Kimi bir olaya çok şiddetli öfke ve saldırganlık tepkileri verirken kimi depresyona girer. Bir başkasında ise kalp spazmı gözlenir.
Beyin temel gelişimini 21’li yaşlarda tamamlar. Bu yaşlardan sonra beyin gelişimi plastisite (yeni bilgileri işlemek ya da bozulan çalışma biçimini düzeltebilme becerisi) ile sağlanır. Stres, beyin gelişimini sürdürdüğü yaşlarda, beyin çalışma özelliklerini etkileyerek zararlı olabilir. 21 yaş sonrası stresin etkilediği beyin, gelişimi sırasında duyarlı çalışma özellikleri kazandığı için zararlıdır. 21 yaşa kadar beyin normal gelişimini tamamlamış ise, bu yaşlardan sonra stresten etkilenmeside kolay olmayacaktır.
Stres etkisiyle hemen tüm beyinlerin çalışma özellikleri etkilenir. Burada önemli olan beynin strese göstreceği dirençtir. Beyin çalışma özellikleri ne kadar iyi ise, stresten de o oranda az etkilenecek ve hastalık oluşturma potansiyeli olmayacaktır. Yukarıda anılan maddeler, beyin gelişimi döneminde, beyin çalışma özelliklerini etkileyerek hem hastalık oluşumunda etkilidirler hemde duyarlı beyin çalışma özellikleri yaratarak strese karşı beyin direncinin azalmasına yol açarlar.
Sonuçta 21 yaş sonrasında önemli olan stresin kendisi değil, etkilediği beynin çalışma özellikleridir.
Epilepsi hastalığı olan beyinlerin, strese karşı gösterdikleri direnç zayıftır. Bu nedenle stres altında nöbet geçirme olasılıkları artar (diğer hastalıklarda da durum aynıdır).
Bu nedenlerle epilepsi tedavisinde amaç, beynin duyarlı çalışma özelliklerini düzelterek strese karşı olan direnci artırmak olmalıdır. Ancak her insanın beyin çalışma özellikleri ve dolayısıyla strese karşı gösterdiği direç farklıdır. Bu nednle epilepsi tedavisinde de hastalık değil, hasta ön planda olmalıdır. Antiepileptik ilaç tedavisi odaklı yaklaşımlar bu nedenlerle başarısızlığa mahkumdur. Her hastanın beyin çalışma özellikleri kişiye özel olarak değerlendirilmeli, verilen tedavi önerileri gene kişiye özgü olmalıdır. Bu durum hekimin donanımıyla da ilgilidir. Hastayı ve hastalığı standart gören tıbbi yaklaşımlar, başarısız olurlar.

EPİLEPSİ HASTASINI ANLAMAK

Epilepsi, beyin çalışma bozukluğu sonucu ortaya çıkar. Bu nedenle bir epilepsi hastasında beyin çalışma bozukluklarıyla ilgili diğer belirtilerde sıklıkla görülür. Beyin çalışma özelliklerinin anlaşılması, eşlik eden diğer belirtiler hakkında bilgi sahibi olmamızı kolaylaştıracaktır.
Dikkati verme ve sürdürme
Dikkatin yönlendirilmesi
Kısa ve işleyen bellek
Sabır
Planlama, tasarlama
Yargılama
Tepki kontrolü
Düzenli olma
Kendini kontrol edebilme
Sorunları çözme
Ayrıntılı düşünme
Gelecekle ilgili öngörüde bulunma
Hatalardan ders çıkarma
Duyguları anlama ve ifade etme
Empati kurma
Sağduyu
Moral
Motivasyon
Beyin ön bölge çalışma özellikleri

Maddelerden anlaşılacağı üzere, beyin ön bölgesinin (prefrontal) çalışmasıyla kişilik özellikleri ortaya çıkar.

Temporal (şakak) bölgelerinin anormal çalışma özellikleri

Unutkanlık,
Deja vu (daha önce bulunmadığı yerle ilgili bulunmuş hissi),
Jamais vu (bildik yerleri tanıyamama),
Ara ara gelen ve nedensiz olan panik ve korkular,
Boşluğa düşme duygusu,
Kulağa gelen ses ve seslerin yorumlanması ile ilgili sorunlar (çınlama, hışırtı, sinek uçması vb... bazen anormal algı nedeniyle seslerin değişik işitilmesi),
Görme ile ilgili anormallikler; görme alanının kenarında gölge görülmesi, cisimlerin büyüklük ya da şekillerinin yanlış algılanması,
Koku duyulması,
Tadının hissedilmesi,
Deri üstünde böcek geziyor hissi,
Okumayı öğrenme zorluğu,
Sonradan gelişen okuma zorluğu,
Gergin kişilik hali (kolay gelişen öfke nöbetleri, sinirlenme, aklına nereden geldiğini bilmediği şiddet düşünceleri ve bunlardan dolayı korku ve tedirginlik yaşanması),
Hafif kuşkucu düşünce hali ( bu durum ılımlı paranoya olarak ifade edilebilir, benim hakkımda konuşuyorlar, bana gülüyorlar gibi, sosyal ilişkileri olumsuz etkiler),
Saygısızlık ya da değer vermeme,
Yazma, ya da konuşma sırasında sözcük bulmada zorluk,
Duygusal dengesizlik,
Dini düşüncelerde artış, sürekli ibadet etme, metafizik konularına aşırı ilgi,
Baş ağrıları,
Mide ağrıları,
Aşırı yazı yazma,

Paryetal (tepe) bölgenin anormal çalışma özellikleri

Kol ve bacakta pozisyon duyusu kaybolur.
Hissedebilme zorlaşır.
Yazı yazmada zorluk olur.
Okuma ve yazmada dil bilgisi hataları olur.
Sağ-sol ayrımı yapmak zorlaşır.
Okumada güçlük olur.
Sayı sayma, matematik problemi çözme zorlaşır.
Hafif dokunma duyusu azalır.
Yanlış giden birşeyler ya da sorunlar farkedilmez.
Yapısal beceriksizlik gelişir (Örneğin: oyun küpleri üstüste konup kule yapılamaz).
Cisimler dokunularak tanımak ve hissetmek zorlaşır.
Hastalık reddedilir.
Hastalıklar farkedilemez.
Vücut kısımları adlandırılamaz ve tarif edilemez.
Ağrı hissi-reaksiyonu azalır.
Cisimlere ulaşmada zorluk olur (görme beceriksizliği).
Ortam bilgilerinin hissedilmesi azalır.
Ellere, parmaklara, gözlere, kol ve bacaklara görsel kılavuzluk sağlanamaz (örneğin, top yakalanamaz).
Kol ve bacak pozisyonları algılanamaz.
Hareket yönünü hissetmek zorlaşır (örnegin, uçurtma uçurmakta zorlanır).
Sağ paryetal lob lokal sorunlarında vücudun sol tarafı reddedilir (örneğin, sadece sağ yüz tıraş edilir).
Bir şekli çizerek kopyalama, makasla kesme, yer tarifi, giyinme ve soyunma becerileri bozulur.
Gözler kapalı iken parmağın pozisyonu belirlenemez.
Yapılan hareketler tekrar edilemez.


Oksipital Bölge:


Klasik Türk filmlerinde işlenen konulardan biri de kaza sonrası oluşan körlüklerdir. Kafa arka kısmında yer alan bölgenin duyarlılığı sonucu gelişen görme sorunları, darbe alan yerin özelliklerine göre değişiklik gösterebilir. Renkleri tanıyamama, birbirinden ayırt edememe, renkleri tanıdığı halde ancak adlarını söyleyememe gibi renk körlüğü sorunları gelişebilir.
Disgrafi, yazma, okuma sorunlarıyla ortaya çıkan bir tablodur. Oksipital ve paryetal bölgeleri içine alan lezyonlarda görülebilir.
Görme alanımızın sağ tarafındaki görüntüler beynin sol oksipital bölgesine gider. Terside doğrudur. Sol oksipital bölgede görme merkezi etkilenmiş ise, görüş alanının sağ tarafında kararma olacaktır.

Beyin kabuğunda bulunan 4 bölgenin çalışma özelliklerinde oluşacak anormallikler, epilepsi hastalarında da sıklıkla gözlenir. Bu nedenle epilepsi hastasını değerlendirirken, beyin çalışma özellikleri bir bütün halinde incelenmelidir.

EPİLEPTİK BELİRTİLER

Her epilepsi hastası, kendi beyin çalışma özelliklerine göre yakınmalar ortaya çıkartır. Kimi bir anlık donakalır, kimilerinde epilepsi doğduğu anda başlar ve ölünceye kadar o kısacık yaşamında devam eder. Her yaşta başlayabilir. Çekilen MR ya da tomografilerde ender olarak bir neden saptanabilir. Çünkü neden, o filmlerle gösterilemez. Çünkü neden, beyin çalışma özellikleridir. Gözle görülemez.
Kimi insan, yaşamında ilk ve son kez içtiği bir esrarlı sigara ile nöbet geçirirken, kimileri için her an gelmesi beklenen yaşamın kabusu gibidir. Kimi sadece geceleri, ayda birkaç kez yatağına ıslatarak farkeder uykudaki nöbetlerini…
Beyin çalışma anormallikleri birden fazla bölgeyi etkilediğinde, epilepsi ile birlikte epilepsiyi taklit eden ama başka bir beyin çalışma bozukluğuyla birikte de görülebilir. Bu durumda tanı koymak güçleşir. Bir hekim “epilepsi” derken bir diğeri “değil” diyebilir.
Sonuç olarak epilepsi, beynin anormal çalışmasına bağlı olarak, kaynaklandığı beyin bölgesinin özelliklerine göre çok farklı biçimlerde ortaya çıkabilir. Burada önemli olan, epilepsi şüphesi olan hastanın beyin çalışma özelliklerini detaylı bir biçimde değerlendirilmesi gerektiğidir.

TEDAVİ

Beyin çalışma özellikleri değerlendirilen hastaya uygun tedavi yöntemleri önerilmelidir.

1. Klasik ilaç tedavilerinde, yaklaşık 10 adet ilaç arasından hekimin görüşüne göre ilaç ya da ilaçlar belirlenir.
2. Beslenme ile alınan maddeler kan aracılığıyla beyine ulaşarak gerekli hormon ve nörotransmiter yapımında kullanılırlar. Bu nedenle epilepsi hastalarında beslenme çok önemlidir. Öncelikle doğal olmayan her besin beyne zararlıdır. Beyaz ekmek, basit şeker içerikli ve glisemik içeriği yüksek olan tüm besinler (reçel, her türlü pasta, çörek, börek, hazır meyve suları, tüm gazlı içecekler, karton sütleri dahil işlenmiş tüm besinler, sofra şekeri (çay şekeri), yapay tatlandırıcılar, gofret, kekler, makarna, her türlü patates vb.) Ayrıca fabrikada yetişen tavuklar, çifliklerde üretilen balıklar, hububat ile tek yönlü beslenen küçük ve büyük baş hayvanların etlerini mümkün olduğunca yemeyiniz.
Beynin yakıtı; dışarıdan alınan şeker değil, karaciğerde kendi ürettiği şekerdir. Bu sayede beyne ulaşması gereken şeker miktarını bünye kendi belirler. Dışarıdan alınan glisemik içeriği yüksek besinler önce belirgin kan şekeri artışı ve ardından gene belirgin kan şekeri azalmasına (hipoglisemi) neden olarak vücüdun ve beynin kan şekeri kotrolünü bozarlar. Bu durum artan yaş ile daha belirğin biçimde ortaya çıkar. Çocukluk döneminde ise bu tip besinlerle beslenmekle kazanılan ve beyin tarafından alışılan beslenme tarzının sağladığı şeker bağımlılığı, hastalıkların gelişimine zemin hazırlayan önemli unsuru oluştururlar.
Bünyemiz; dışarıdan alınan yağları, proeinleri ve birleşik karbonhidratları şekere dönüştürerek, insanlık tarihi boyunca kazandığı bu özellik nedeniyle glisemik endeksi yüksek besinlere ihtiyaç hissetmez.
Epilepsi hastalarında diyet; yağlardan, proteinlerden ve sebze gibi birleşik karbonhidratlardan oluşmalıdır.

Örnek diyet:

Kahvaltı: Sucuk, pastırma, yumurta, zeytin, peynir, domates, biber vb. yeşillikler, 1 dilim tam köy ekmeği.
Öğlen: kıymalı mercimek yemeği, pilav, zeytinyağlı bir yemek, cacık/yeşil salata.
Akşam: Köfte, yeşil salata, zeytinyağlı bir yemek, yaprak sarma.
Öğün arası: fındık, antep fıstığı, badem, ceviz, tüm yaş ve kuru meyveler

3. Eğzersiz: Yaşa uygun yürüme ve koşma önerilebilecek en iyi eğzersizlerdir. Her gün mutlaka eğzersiz yapılmalıdır.
4. Nöroterapi: Ülkemizin henüz yabancı olduğu bu tedavi yönteminde amaç QEEG ile saptanan beyin çalışma anormalliklerinin düzeltilmesidir. Geçmişi ve günlük uygulamaları hakkında bilgi vermekte fayda olacaktır.
1924 yılında Hans Berger, bir çift elektrot ile ilk EEG kayıtlamasını gerçekleştirdi. 1932’de G.Dietsch, adı sonradan QEEG olan ilk dalga analiz yöntemini uyguladı. 1968 yılında Joe Kamiya, alfa dalga gücünün (amplitüd) istemli olarak kontrol edilebileceğini ve anksiyete bozukluklarında faydalı olabileceğini bildiren çalışması yayınlandı. İlk nöroterapi uygulaması olan bu yayın, kimi bilim çevrelerini etkileyerek yöntemin yaygınlaşmasını sağladı.
Günümüz nöroterapi uygulamalarının yaygın ve etkili bir yöntem olmasını sağlayan çalışmaları, 1970’li yıllarda, Barry Sterman ve Joel F Lubar gerçekleştirmiştir. İki kulağı birleştiren hayali çizginin altında kalan beyin bölgesi sensorimotor korteks adıyla anılır. Buradan yapılan kayıtlamalarda 12-15 Hz. arasında kalan beyin dalgalarına sensorimotor ritim (SMR) adı verilir. Anılan iki bilim adamı, SMR gücünü arttırıcı nöroterapi yöntemini, kedi ve maymunlara uygulamışlar ve hayvanların epilepsi nöbetlerine karşı daha dayanıklı olduklarını göstermişlerdir. Ardından uygulamayı epilepsi hastalarında yapmışlar, nöbet sıklığında ve ilaç dozunda azalmalar gözlemişlerdir.
Bu başarı çalışmaların ardından yapılan daha geniş çalışmalar sonucu, ilaçlara dirençli epilepsi hastalarının nöbet sayılarında ortalama %70 azalma gözlenmiş. Lubar, 10 yıl boyunca uyguladığı dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu çalışmalarında %80 başarı sağlamıştır.
Nöroterapi, 1980’li yıllardan sonra dünyaya yayılmış ve kendi içinde çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Halen onlarca farklı nöroterapi cihazı üreten firma, yaygın olarak kullanılan 5 ayrı QEEG programı, 2 adet kabul edilmiş bilimsel yayın organı, 3 ayrı bilimsel dernek, 4 ayrı grubun gerçekleştirdiği uluslar arası kongreleriyle yaygınlığı gün geçtikçe artan bir tedavi yöntemi olmuştur.

Nöroterapi uygulama yöntemleri

Nöroterapi 30 dk. süren seanslar halinde uygulanır. Haftada en az 4, en fazla 18 seans uygulanabilir. Seans sayısı QEEG sonucuna göre belirlenir. Kimi özel durumlarda seans sayısının önemi olmayıp, sürekli seans halinde terapi verilebilir. Örneğin 15 aylık, başını tutamayan, kol ve bacaklarında istemli hareketi olmayan, cisimleri takip etmekte zorlanan, gelişme geriliği olan bir çocuğa günde 4-8 saat nöroterapi uygulanabilir.
Nöroterapi aletine bağlı olan 3 ya da 5 adet elektrot kafaya bağlanarak sürekli kayıt sağlanır. Aletin diğer ucu bilgisayardadır. Çalışılan bölgenin ölçümleri bir grafik ya da animasyon halinde kişiye monitörde gösterilir. Beyin dalgalarının hareketine göre animasyon hareket eder. Olması gereken dalga hareketine en yakın değer "eşik" olarak belirlenir ve eşik değer yakalandığında aletten çıkan ses, olumlu geri besleme (pozitif feedback) olarak beyni telkin eder. Saptanan eşik değer, beynin gösterdiği başarıya göre her seans başında, ya da seans sırasında tekrar ayarlanabilir. Eşik değer normal çalışma düzenine geldiğinde beynin normal çalışma düzenini öğrendiği görülür. QEEG çekimi tekrarında seansların başarısı takip edilir.

Diğer bir nöroterapi yöntemi HEG'dir (hemoensefalografi). Amacı, başa bağlanan bandın içinde yer alan kızılötesi ışın kaynağı ile beyin ön bölge kanlanmasını ölçerek arttırmaktır. Bu yöntemde de geri besleme özelliği kullanılır. Seanslar ile artan kanlanma oranı, metabolizma ürünlerinin daha hızlı biçimde uzaklaştırılmasını sağlayacak, daha çok oksijen ve gerekli maddelerin ulaştırılması ile beyin ön bölge hücrelerinin daha etkin çalışması sağlanacaktır.

GÜNCEL NÖROTERAPİ

Amerika Birleşik Devletlerinde başlayan ilk nöroterapi uygulamaları, 30 yıldan bu yana nöroloji, psikiyatrist ve psikologlar tarafından birçok ülkede ilgi görmektedir. QEEG öncülüğünde uygulanan nöroterapinin yan etkisi yoktur. Teorik olarak beyin çalışma bozukluğu gösteren ya da QEEG sonucunda anormallik saptanan her olguda uygulanabilir. Epilepsi, migren, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, şizofreni, kronik yorgunluk sendromu, fibromiyalji sendromu, otizm, depresyon, Parkinson, anksiyete bozuklukları (panik atak, obsesif konpulsif bozukluklar, travma sonrası stres bozukluğu vb…), Alzheimer hastalığı gibi nörolojik ve psikiyatrik hastalıklarda yapılan ve yayınlanan başarılı çalışmalar bulunmaktadır.
NASA'da astronot ve pilotların dikkatlerini arttırmak için, iş ve okul performansı arttırma da, müzisyenler de performans arttırmak için kullanılmış, başarılı sonuçlar alınmıştır. Halen dünyanın hemen her ülkesinde uygulanmaktadır. Kimi uygulayıcılar sadece nöroterapi yapmakta, diğer hekimler tedavi yöntemlerine nöroterapiyi de eklemektedir. NASA’nın nöroterapiye gösterdiği ilgi, yaygınlaşmasında önemli etkisi olmuştur.
Nöroterapi, beyin çalışma duyarlılıklarını düzeltebilen bilimsel bir yöntemdir. Dışarıdan hastaya herhangi bir uyarı verilmez. Uygulama sırasında ağrı hissedilmez. Aşırı sinirli, dikkati dağınık, uykusuzluk çeken, baş ağrıları olan kişinin nöroterapiden çok fayda gördüğü ve bu yakınmalarına eşlik eden hipertansiyon ve kan şekeri sorunlarının da düzelebildiği görülmektedir. Çünkü nöroterapi ile beyin ön bölge duyarlılığı azaltılarak; hem beynin, hem de vücudun, daha iyi kontrolü sağlanabilmektedir.
Hastalıklarda, beyin hücrelerinin çalışma özellikleri etkilendiğinden, yeterli düzeyde nörotransmiter yapılamaz. Psikiyatri ve nöroloji tedavi yöntemlerinde kullanılan ilaçlar, iki beyin hücresi arasında iletişimi sağlayan nörotransmiterlerin oranını etkiler. Görüldüğü gibi asıl sorun hücrelerin çalışma özelliklerinin bozulmasıdır. Bozulan hücrelerin yapamadığı maddeleri dışardan vermek, sorunu çözmeyecek, sadece geçici iyilik hali sağlayacaktır. Çin atasözünde belirtildiği gibi aç olana balık verme, balık tutmayı öğret
Nöroterapi yönteminde, aç olan beyin hücrelerine nasıl balık tutması gerektiği öğretilir.
Beyin çalışma bozukluklarıyla ortaya çıkan hastalıklar, öğrenme modelli tedavi yöntemleriyle düzeltilerek, kalıcı etkiler sağlanabilir. www.noroterapi.com adlı sitemden ayrıntılı bilgilere ulaşılabilir.

SONUÇ

Her beyin, sahibi olduğu kişiye özeldir. Bu nedenle beyin çalışma bozuklukları için mutlaka kişiye özel yöntemler geliştirilmelidir. Hastaların sahip olduğu hastalıkları ve tedavileri genelleştirmek; tıp biliminin sığlaşmasına, hastaların güveninde azalmaya ve ümitsizliğe yol açar. Her insan çevresiyle, yaşam tarzıyla, kişilik özellikleriyle benzersizdir. Bu nedenle her hasta, kendine özel geliştirilen tedavi yöntemini hakeder.

Dr Güçlü Ildız
Nöroloji Uzmanı

Kaynaklar

Wyeth-Lederle Product Manufacturer Insert (Pneumococcal 7-Valent Conjugate Vaccine (PREVNAR). Issued February 2000.
Centers for Disease Control. Dec. 10,2001 press release: ACIP Votes to Temporarily Revise Recommendations for Pneumococcal Conjugate Vaccine,
Vaccine Adverse Event Reporting System (VAERS) Data
Zhang Lianyi, Zheng Chongxun, A new method to monitor depth of anesthesia based on the autocorrelation EEG signals Inst. of Biomed. Eng., Xi'an Jiaotong Univ., China.
Neural Interface and Control, 2005 First International Conference on 26-28 May 2005 On page(s): 123- 126
Takeshi Kubota, Kazuyoshi Hirota, Effects of sedatives on noradrenaline release from the medial prefrontal cortex. Psychopharmacology Volume 146, Number 3 / October, 1999
Wolfgang Heinke ve Stefan Koelsch, Anestetiklerin Beyin Aktivitesi Ve Kognitif Fonksiyonlar Üzerine Etkisi. Current Opinion In Anesthesiology Year: 2006 Volume: 1 No: 1

Kadına uygulanan şiddete tıbbi bakış

Kadına şiddet uygulanması anormal bir davranış biçimidir. İnsan davranışları beyinde şekilenir. Eğer bir erkek karısına şiddet uyguluyorsa, o erkeğin beyin çalışmasıyla ilgili bir sorunu olduğu kesindir.
Her erkek, eşine şiddet uygulamıyor. Bu nedenle şiddeti uygulayan erkeğin bu davranış biçimi bir bireysel özelliktir.
Beyin çalışma özellikleri, bireyin akıl ve kişilik özelliklerini sağlar. Psikoloji denilen kavram tamamen beyin çalışma özellikleri sonucu ortaya çıkar.
Milyarlarca beyin hücresinin oluşturduğu trilyonlarla ifade edilebilen ağ sistemi nedeniyle, her beynin ya da her bireyin akıl ve kişilik özellikleri kendine özgü (şahsına münhasır) ve tektir. Bu nedenle yaşamış ve yaşayan insanlar, genetik özellikler bakımından benzerlikler gösterebilir ama birbirlerine tıpatıp benzemez.
Beyin gelişimine yön veren etkenler, dolaylı olarak kişilik özelliklerini de belirler.

Beyin gelişimini etkileyen faktörler:
1.Ge­ne­tik,
2.An­ne­nin has­ta­lı­ğı,
3.Zor do­ğum,
4.An­ne sü­tü,
5.Bey­ni et­ki­le­yen ateşli has­ta­lık­lar,
6.Ya­şam tar­zı, eği­tim ve çev­re et­ki­le­ri,
7.Bes­len­me özellikleri,
8.Hafif ya da şiddetli ka­fa dar­beleri,
9. Aşılar,
10.Ge­nel anes­te­zi al­tın­da ge­çi­ri­len ame­li­yat­lar,
11. Stres,

1. Anne-babadan alınan genetik özellikler, beyin gelişiminin temel yapısını oluşturur. Sayılan diğer faktörler, genetik yönden belirlenen özellikler üzerine bina edilir.
2. Annenin hamile iken içinde bulunduğu hastalık durumu, vücuttaki kimi hormonal çalışma bozukluklarına neden olur ve anne ile karnındaki bebeğin ilişkisini sağlayan kordonun çalışmasını etkileyerek bebeğin beyin gelişiminde değişikliklere neden olabilir.
3. Doğum zorlukları sonucu bebeğin beyin kanlanması geçici olarak etkilenebilir.
4. Anne sütü içinde bulunan kimi maddeler beyin gelişimi için gereklidir.
5. Kimi bakteriyel ve virüsler beyin çalışmasını etkileyebilir.
6. Beynin, insanlar için en önemli kazanılmış özelliği öğrenmedir. Damak tadından davranış modellerine, fiziksel etkinlikten teorik bilgilere kadar her konu; beyin yapısına yeni ağ sistemleri ekleyerek öğrenme işini gerçekleştirir. Beyin; doğru ya da yanlış ayırımı yapmadan, kendine verilen bilgileri doğrudan öğrenir. Şiddetin uygulanacağı kişi, zaman ve ortam öğrenilen bir davranış modelidir.
7. Gelişen teknoloji ile değişen beslenme alışkanlıkları sonucu ortaya çıkan doğal olmayan besinler, beyin üzerinde önemli etkilere sahiptir. Bin yıllar boyunca doğada, doğal halde bulunan besinlerle gelişen bünyemiz; özellikle son 50 yılda ortaya çıkan yapay besin ürünlerine yabancıdır. Karton kutularda bir çok işlemden geçirilerek satılan sütler doğallıklarını tamamen yitirmişlerdir. Ekmek; saf buğdaydan değil, özü ve kepeğini kaybetmiş buğdaydan yapılır. Yürüyemeden, güneş ışığı görmeden ve tek yönlü beslenme ile yetiştirilen tavukların etleri ne derece sağlıklıdır? Sofra şekeri (glükoz) ile hazırlanan besinler ve şekerin kendisi, tamamen rafine edilmiş bir üründür ve sindirim yoluyla alınması insan bünyesine zararlıdır. İnsan vücudu; besin maddesi olarak aldığı protein, yağ ve birleşik karbonhidratlardan şekeri elde eder. Doğrudan alınan basit şeker, önce insülin sonra diğer vücut sistemlerini olumsuz yönde etkileyerek hastalıkların oluşmasına zemin hazırlar.
Özellikle saf şeker başta olmak üzere, doğal olmayan besin maddelerinin önemli etkileri beyinde gözleniyor. Saf şekerin ve glisemik endeksi arttıran hamur işi gibi diğer besin maddelerinin beyin üzerinde uyarıcı etkileri vardır. Bu etki, çocukluk dönemlerinden itibaren beyin tarafından öğrenilir. Beyin çalışma özellikleri duyarlı hale geldiği durumlarda (sinirli, üzgün, yorgun, dikkat azlığı vb.) beyin uyarılma ihtiyacı hissederek bu maddelerin alınmasını ister. Çayda bulunan tein, kahvede kafein, kolada x maddesi ve şeker, sigarada nikotin, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunda kullanılan ilaçların içeriğinde yer alan amfetamin, beyin uyarıcı özelliği olan diğer maddelerdir. Sonuçta, beyin çalışma özelliklerinin; hem bağımlılık yapıcı etkisiyle hem de bağımlılığın oluşturduğu maddelerin vücut üzerindeki zararlı etkisiyle hastalıkların gelişiminde önemli etkileri olduğu gözlenir.
8. Beyin, kafatası içinde, etrefında su dolu bir kesede bulunur. Kafatası içinde çeşitli kemik çıkıntıları vardır. İvmeli kafa hareketleri, beyne zarar verebilir ve sonuçta beyin çalışması etkilenebilir. Beyin ön bölgesi çalışmasıyla insan kişilik özelliklerinin önemli bir bölümü şekillenir. Sinirli, sabırsız, dikkat eksikliği olan bir kişinin beyin ön bölge çalışması duyarlıdır. Beyin temporal (şakak) bölgeleri ise duyguların ton ayarının yapıldığı bölgelerdir.
Beyin ön ve şakak bölgelerine alınan darbeler sonucunda ortaya çıkan davranış bozukluklarından biri de öfke (dürtü) kontrol bozukluğudur. Bu kişilerde sıklıkla şiddete eğilim gözlenir.
9. Aşılarda yer alan alimünyum, civa gibi ağır metallerin beyin üzerinde olumsuz etkileri vardır. 2002 yılında batıda bu maddelerin aşılardan çıkartılmasına karar verildi. Ülkemize dışarıdan gönderilen aşıların içeriği halen belirsiz. Üstelik Sağlık Bakanlığı yaptığı bir açıklamada, ağır metal içeren aşıların zararının olmadığını açıkladı. Oysaki son 50 yıl içinde otizm, dikkat eksikliği, immun sistem hastalıkları gibi durumlar, aşı uygulamasının yaygınlaşmasıyla birlikte önemli artış olduğu gözleniyor. Son günlerde ülkemizde tanıtımı yapılan pnömokok aşısı alüminyum içeriyor. Amerika’da aşılardaki ağır metallerin çıkartılması önerilirken Sağlık Bakanlığının “zararsız” açıklaması, aşılara karşı güvensizlik yaratıyor.
10. Bilimsel çalışmalar genel anestezinin beyin çalışma özeliklerini olumsuz yönde etkilediğini bildirmiştir.

11. Her bireyin sahip olduğu benzersiz beyin çalışma özellikleri, yukarıda adı geçen etkenlerle şekillenerek kendi duygu, düşünce ve davranış özelliklerini belirler. Stresin etkisi bu nedenle her beyinde farklıdır. Çünkü, her beyin farklıdır. Kimi bir olaya çok şiddetli öfke ve saldırganlık tepkileri verirken kimi depresyona girer. Bir başkasında ise kalp spazmı gözlenir.
Sonuç olarak; erkeğin beyin çalışma özelliklerini düzeltmeden, kadına uygulanan şiddetin önüne geçmek olası değildir. Beyin özelliklerini etkileyen 11 maddeden genetik faktörler dışındaki 10’u düzeltilebilir özellikler içermektedir.
Huzurlu bir evlilik yaşamı sağlayamayan erkek, işinde ve sosyal çevresinde de başarısızdır. Kadına şiddet uygulayan erkeğin bu tavrı zaten yaşamda başarısız olduğunu kanıtlayan bir göstergedir. O, yaşamın rekabet kurallarına uyum sağlayamamış, bu nedenle kendinden fiziki alamda güçsüz olan eşine üstünlük taslayan, beyin fakiri bir zavallıdır. Her şeyden önce beyninin iyileştirilmesine ihtiyacı vardır. Beyin çalışma duyarlılığı gösteren erkeklerin iyileştirilmesi mümkündür. Yeni gelişen nörolojik yöntemler, beyin duyarlılığını ölçme ve tedavi etme olanağını sağlıyor. Önemli sorun, bu yöntemlerin halen ülkemizde yaygın olarak bilinmemesi ve haliyle uygulanamamasıdır.

Dr. Güçlü Ildız
Nöroloji Uzmanı

Unutkanlık

Unutkanlık

Unutmamak için öncelikle yapılan işe dikkatimizi vermek gerekir. Kısa süreli işleyen ve bir kaç dakika için aklımızda tutulması gereken bilgiler, beyin ön bölgesinin çalışmasıyla şekillenir. O an aklımızda başka bir düşünce yok ise, dikkatimizi verebiliyorsak, kısacası beyin ön bölgesini meşgul eden başka bir olay yok ise, kısa süreli hafıza iyi işleyecek ve kısa süreli bilgiler kullanılıp unutulacaktır. Okurken bir kaç satır önceyi hatırlayabilme, sayı sayma ve matematik işlemleri yapma, 2 dakika öncesi olayı akılda tutup bir sonraki olay için kullanabilme kısa süreli hafızaya verilebilecek örneklerdir. Beyin ön bölgesini etkileyen durumlarda kısa süreli hafıza da sorunlar ortaya çıkar. Depresyon, yetişkin tipi dikkat eksikliği, geçirilmiş hafif ya da şiddetli kafa travması, uykusuzluk gibi durumlar kısa süreli hafızanın işlemesini etkileyebilecek durumlardır.
Orta süreli hafıza, daha uzun süreli akılda bulunması gereken konuların beyne kaydedilmesi gereken durumlarda işleyen bir yöntemdir. Beyin ön bölgesiyle birlikte diğer beyin bölgelerinin çalışmasıyla orta süreli hafıza şekillenir. 1 ay önce karşılaşılan kişiyi tanımak örnek olarak verilebilir. Beyni etkileyen pek çok durum orta süreli hafıza zayıflığına yolaçabilir.
Uzun süreli hafıza beynin önemli özelliklerinden biridir. Çünkü yaşanan olaylar, kazanılan deneyimler sonraki duygu, düşünce ve davranışlarımıza yön vereceği için, Bu tip hafızanın kaydı kişilik gelişimi açısında da çok önemlidir. Beynin şakak (temporal) bölgeleri uzun süreli hafızanın kaydedildiği bölgelerdir. Hafızanın kaydı nedeniyle beynin hücre üretiminin hayat boyu sürdüğü bölgelerdir. Bir karar aşamasında iken duygu, düşünce ve davranışlarımızı belirlenmesinde ilk görev yeri beyin ön bölgesidir. Beynin diğer bölgeleriyle de sürekli ilişki halinde olan bu bölümü, temporal-şakak bölgelerinden hafıza bilgilerini de alarak sonucu belirler.
Sonuç olarak, öğrenmek ve öğrenilen bilgilerin, davranışların, deneyimlerin unutulmaması için öncelikle iyi çalışan bir beyin ön bölgesine ihtiyaç vardır. Beslenme tarzı, hafif kafa darbeleri, beyni etkileyen hastalıklar, beyin ön bölgesinin kendi bozuklukları unutkanlığın önemli nedenleridir. Tatlı ve hamur işi gıdalardan uzak duran, sebze, meyve, protein ve dengeli yağ içeriğiyle beslenen, düzenli spor yapan, kafa darbelerine karşı kendini koruyan insanlar, beyin ön bölgelerini de koruyup iyi çalışmasını sağlayarak unutkanlıktan korunabilirler. Nöroterapi, beyin duyarlılıklarını düzeltmesi nedeniyle unutkanlık tedavisinde önemli bir yöntemdir.

Dr Güçlü Ildız

Beyin ve Sağlığımız

İnsanları diğer canlılardan ayıran ve insan olma özelliğini kazandıran tek unsur, beyin ön bölgesi (prefontal korteks) farklılığıdır. Yapısal yönden beyinde kapladığı yerin oranı diğer canlılardan daha fazladır. Ama esas özelliği işlevselliğidir.
Doğumunda bebek konuşamaz, düşünemez, akıl özellikleri gösteremez. Bu özellikleri tam olarak kazanabilmek için 21 yıl beklemesi gerekecektir. Çünkü beyin ön bölge gelişimi 20'li yaşlarda tamamlanır. Bu nedenle 18 yaş öncesi reşit olunmaz. (Beyin özellikleri dikkate alındığında bu yaş sınırı 21 olmalıdır). Bu yaş dönemine kadar yaşanan olaylar tüm duysal özellikler ile birlikte belleğe kaydedilir. Sosyal, kültürel ve çevre ile ilgili tüm yaşanan özellikler bellek kaydıyla birlikte kişilik özelliklerin oluşumunu sağlar. Duygu, düşünce ve davranışlar, ortaya konulmadan önce beyin ön bölgesi tarafından bellek bölgeleriyle girilecek bilgi alışverişi sonucunda, gelişir. Karar yeri beyin ön bölgesidir. Diğer beyin bölgeleri sürekli olarak beyin ön bölgesine gerektiğinde bilgi aktarır.
21 yaşına kadar olan deneyimler çoğunlukla kalıcı özelliklerdir. Annenin yemekleri, çocukluk döneminde gelişen ve öğrenilen beslenme özellikleri nedeniyle aranır. Bu nedenle yurt dışına gidenler kimi zaman aç kaldığını söyler. Ancak gelişim döneminde esnek düşünce yapısı kazanmış olan beyinler yurt dışında, farklı kültürlere kolay uyum sağlayacakları için aç kalmazlar. Bu örnekten anlaşıldığı gibi duygu, düşünce, davranış, beden gereksinmeleri ve hatta vücudun çalışma biçimi gibi insanın pek çok özelliğini birbiri ile ilişkilendirerek beyin ön bölge çalışma şeklini oluşturuyor.
Beyin ön bölgesi çalışmasıyla ıÜüdikkati sürdürme, sabır, planlama, tasarlama, argılama, Dürtü (tepki) kontrolü, düzenli olma, kendini kontrol edebilme, sorunları çözme, ayrıntılı (analitik) düşünme, gelecekle ilgili öngörüde bulunma, hatalardan ders çıkarma duyguları anlama ve ifade etme, empati kurma ve sağduyu özellikleri belirlenir. Ayrıca kısa ve orta dönem belleğin çalışmasında etkisi büyüktür.
Beyinde yer alan milyarlarca hücre ve bu hücreleri birbirine bağlayan trilyonlarca ağ sistemi nedeniyle yaşamış ve yaşayan insanların kişilik özellikleri birbirinden farklıdır. Bu nedenle beyin çalışma özellikleri açısından insanlar arasında eşitlikten daha çok benzerliklerden söz edilebilir. Beyin çalışma özellikleri bozulduğunda hastalıklar gelişir. Ancak her bozulma gene kişiye özel olmalı, hastalıktan daha çok bireyin hasta olma özelliği ön plana çıkartılmalıdır. Güncel tıbbın en önemli hatası, hastalar yerine hastaklıkları sınıflamak ve tedavi etmektir.
Kanserden şeker hastalığına, kan basıncı yüksekliğinden depresyona kadar geniş bir yelpaze içinde olan hastalıkların gelişim yeri, beyinde yer alan ve hem hormonal hemde sinirsel yollarla vücudun çalışmasını sağlayan hipotalamusun normal dışı çalışmasıdır. (1-15)
Hipotalamus, diğer beyin bölgeleri gibi, beyin ön bölge çalışmasının etkisi altındadır.(16- 29)
Bu bilgiler ışığında, beyin ön bölgesi insanın beden ve akıl sağlığı için araştırılması gereken öncelikli bölge olmalı ve bu bölgenin çalışmasını iyileştirme yöntemlerinin geliştirilmesine emek ve para harcanmalıdır. Günümüz tıp dünyası ise halen nedene değil sonuca yönelik araştırmaları ve ilaç tedavileri ile çalışmalarını sürdürüyor. Yüksek kan basıncı (hipertansiyon) tansiyon düşürücü ilaçlarla tedavi edilemez. Şeker hastalığı insülin ya da şeker düşürücü ilaçlarla tedavi edilemez. Kolesterol yüksekliği bir hastalık değil, aynı hipertansiyon da olduğu gibi hipotalamusun uyum sağlamak üzere geliştirdiği yanlış önlemler sonucunda gelişen bir tablodur (Allastaz). Vücut bağışıklık sistemi, multipl skleroz dan basit bir allerjiye kadar olan pek çok hastalığın nedenidir ve çalışması hipotalamus tarafından düzenlenir. Hormonları salgılayan bezler hipotalamus kontrolündedir.
Beyin ön bölge çalışmasını değerlendirmek ve düzeltmek, belkide ekonomik açıdan önemli kazançlar sağlayamayacağı düşüncesiyle tıbbi yatırımcılar tarafından ilgi görmediği bir gerçektir. Halen var olan ilaçlar beyin ön bölge çalışmasına etkisizdir. Kısıtlı ölçüde ve kendi olanaklarıyla kimi hekim ve klinik psikologlar tarafından 1970'li yıllardan bu yana gelişimini sürdüren nöroterapi yöntemi, beyin ön bölge duyarlılığını azaltması açısından ümit vermektedir. Avrupa ve Amerikada bir taraftan araştırmaları sürmekte, diğer yandan hekim ve klinik psikologlar tarafından kliniklerde hastalara uygulanmaktadır. Ülkemizde henüz ve ne yazık ki üniversiteler ve diğer hastane hekimleri tarafından bilinmemekte, sadece İstanbulda bir kaç hekim tarafından uygulanabilmektedir. Beynin çalışmasını ölçerek nöroterapi uygulanan kişiye geri besleme (feedback) ile doğru çalışma biçimini telkin eden yöntemin yan etkisi bulunmamaktadır.
Klinik uygulamalarda kan şekeri yüksekliği, hipertansiyon, tiroid bezi bozuklukları (guatr vb..), mide ülseri gibi hastalıkları olan kişilerin ayrıca dikkat eksikliği, unutkanlık gibi beyin ön bölge çalışmasıyla ilgili sorunlarının da olduğunu sıkça saptarız. Aşırı sinirlilik ve unutkanlık yakınmasıyla birlikte hipertansiyon ve kan şeker yüksekliği de olan kişinin nöroterapi ile sakin, unutmayan, kan basıncı ve şekeri normal düzeylerde olan bir insana döndüğü görülecektir. Bu tedavinin başarılı olmasının nedeni, beyin ön bölge çalışmasının QEEG (beyin harita) yöntemiyle saptanıp nöroterapiyle düzeltilebilmesidir.
Vücudun dengeli çalışması homestaz ile açıklanır. Hipotalamus homestazı sağlar. Hipotalamus, gelişen değişikliklere uyum sağlayabilmek için vücut çalışmasını değiştirir. Bu değişiklikler sonucu kolesterol, şeker, kan basıncı yükselebilir ve organların çalışmasıyla ilgili sorunlar ortaya çıkabilir. Hastalıkların temel oluşum biçimi bu şekilde başlar (Allastaz). Hipotalamus anormal çalışması devam ederse sonuç hastalıktır (Allostatik yüklenme).
Stres hastalıkların gelişiminde çok önemli bir etkendir. Ancak aynı stres etkeni insanlarda aynı yakınmalara yol açmaz. Çünkü stres beyin ön bölgesi tarafından algılanır. İnsanlarda kişilik özellikleri farklı olduğu gibi stres algısı da farklı olacak ve stresin etkisini beyin ön bölge duyarlılık özellikleri belirleyecektir. Stressiz yaşam düşünülemez. O halde önemli olan stresin kendisi değil, beyin ön bölge özellikleridir.
Beyin ön bölge çalışmasını değiştirebilen etkenler; kalıtım özellikleri, doğum travması, anne sütünün yetersiz alınması, beyni etkileyen ateşli hastalıklar, diğer stres etkenleri, kafa darbeleri, aşılar, çevre etkileri (eğitim, yetiştirilme ve sosyal etkiler).
Oysa günümüz yaygın tıbbi uygulamalarında bu kişiye 1-2 adet tansiyon düşürücü ilaç, 1-2 adet şeker düşürücü ilaç, depresyon ilacı vererek takibe alınır ve sıklıkla ömür boyu bu ilaçları kullanması gerektiği söylenir.
Günümüz tıbbın yeni açılımlara gereksinmesi vardır. Hastalık tanısı koymak ve bu tanıya uygun ilaç yazmak yerine kişiye özel yaklaşımlarla hastaları kalp, ciğer, böbrek, kulak olarak görmeyip, yakınmaları, beynin ve genel vücudun bir dili olarak algılayıp, nedene yönelik uygulamalar başlatılmasında yarar vardır.
Organlar karar değil yürütme ile görevlidirler yani çalışmalarını kendi başlarına değiştiremezler. Beyin etkisi gözardı edilerek yapılan tedavilerin sonu başarısızlık olacaktır. Nedeni gözardı edip sonuca etkin tedavilerle insanları ömür boyu ilaçlara mahkum etmek yerine, vücut çalışma bütünlüğünün (homestaz) düzeltilmesini sağlayan yeni yöntemler geliştirilmeli, var olan yöntemler desteklenmelidir.
Dr Güçlü Ildız
Nöroloji Uzmanı

1.Stefan M. Gold, Isabel Dziobek Hypertension and HPA axis hyperactivity affect frontal lobe integrity J. Clinical End & Me.June 1, 2005 10.1210/jc.2004-2181
2.Mcewen BS, Wingfield JC.The concept of allostasis in biology and biomedicine. Horm Behav. 2003 Jan;43(1):2-15.
3.Glucocorticoid receptor polymorphisms in inflammatory bowel disease G Decorti, S De Iudicibus Gut 2006;55:1053-1054
4.Robyn Klein 2006 Phylogenetic and phytochemical characteristics of plant species with adaptogenic properties MS Thesis, 2004, Montana State University Chapter 3 of 8
5.Editorial: Ultradian, Circadian, and Stress-Related Hypothalamic-Pituitary-Adrenal Axis Activity—A Dynamic Digital-to-Analog Modulation George P. Chrousos, M.D. Endocrinology Vol. 139, No. 2 437-440
6.Hyperglycemia does not increase basal hypothalamo-pituitary-adrenal activity in diabetes but it does impair the HPA response to insulin-induced hypoglycemia. Vranic, Mladen, Matthews, Steve Am J Physiol Regul Integr Comp Physiol. 2005 Jul;289(1):R235-46
7.Past and present strategies of research on the HPA-axis in psychiatry Berger M, Krieg C Acta Psychiatr Scand Suppl. 1988;341:112-25
8.Stress peptides and HPA axis reactivity in depression Nemeroff C.B.; Stout S.C.; Owens M.J. European Neuropsychopharmacology, Volume 5, Number 3, September 1995, pp. 242-243(2)
9.Bea R H Van den Bergh, Ben Van Calster Antenatal Maternal Anxiety is Related to HPA-Axis Dysregulation and Self-Reported Depressive Symptoms in Adolescence Neuropsychopharmacology May 2007; doi: 10.1038/sj.npp.1301450
10.Kudıelka Brigitte M. ; Schommer Nicole C Acute HPA axis responses, heart rate, and mood changes to psychosocial stress (TSST) in humans at different times of day Psychoneuroendocrinology 2004, vol. 29, no8, pp. 983-992
11.Theresa M. Buckley MD, MS* and Alan F. Schatzberg MD On the Interactions of the HPA Axis and Sleep Journal of Clinical Endocrinology & Metabolism, 2005 doi:10.1210/jc.2004-1056
12.Abelson JL, Khan S, Lıberzon I, Young EA HPA axis activity in patients with panic disorder: review and synthesis of four studies Depress Anxiety 2007;24(1):66-76
13.Phoon R. K. S. ; Tam S. H. The role of the hypothalamic-pituitary-adrenal (HPA) axis in the regulation of blood pressure Clinical and experimental hypertension 1997, vol. 19, no4, pp. 417-430
14.Nemeroff C.B.; Stout S.C.; Stress peptides and HPA axis reactivity in depression European NeuropsychopharmacologyVolume 5, Number 3, September 1995 , pp. 242-243
15.Depression, osteoporosis and the HPA axis Townsend Letter for Doctors and Patients, April, 2005 by Robert A. Anderson

16.Cerqueria JJ, Mailliet F., J Neurosci. 2007 Mar 14;27(11):2781-7
17.Julıan F. Thayeresther Sternberg Annals Of The New York Academy Of Sciences Volume 1088 November 2006
18.Bruce S McEwen Ph.D Allostasis and Allostatic LoadNeuropsychopharmacology (2000) 22 108-124
19.J. W Crane, K Ebner, T. A Day (2003) Medial prefrontal cortex suppression of the hypothalamic-pituitary-adrenal axis response to a physical stressor, systemic delivery of interleukin-1β European J. Neuroscience 17 (7), 1473–1481
20.S. F. Akana, A. Chu, L. Soriano, M. F. Dallman (2001) Corticosterone Exerts Site-Specific and State-Dependent Effects in Prefrontal Cortex and Amygdala on Regulation of Adrenocorticotropic Hormone, Insulin and Fat Depots J.Neuroendocrinology 13 (7), 625–637
21.A. Vania Apkarian,ıÜü Yamaya Sosa, Sreepadma Sonty Chronic Back Pain Is Associated with Decreased Prefrontal and Thalamic Gray Matter Density J.Neuroscience, November 17, 2004, 24(46):10410-10415
22.Alasdair M. J. MacLullich, Karen J. Ferguson Smaller Left Anterior Cingulate Cortex Volumes Are Associated with Impaired Hypothalamic-Pituitary-Adrenal Axis Regulation in Healthy Elderly Men J. Clinical Endocrinology & Metabolism (2006) Vol. 91, No. 4 1591-1594
23.Ron M. Sullivan and Alain Gratton Lateralized Effects of Medial Prefrontal Cortex Lesions on Neuroendocrine and Autonomic Stress Responses in Rats J.Neuroscience, April 1, 1999, 19(7):2834-2840
24.Radley JJ, Sisti HM Chronic behavioral stress induces apical dendritic reorganization in pyramidal neurons of the medial prefrontal cortex. Neuroscience 2004;125(1):1-6
25.Israel Liberzon, M.D., Anthony P. King, Ph.D Paralimbic and Medial Prefrontal Cortical Involvement in Neuroendocrine Responses to Traumatic Stimuli Am J Psychiatry 164:1250-1258, August 2007
26.Radley JJ, Arias CM, Sawchenko PE Regional differentiation of the medial prefrontal cortex in regulating adaptive responses to acute emotional stress J Neurosci. 2006 Dec 13;26(50):12967-76
27.Sullivan R.M ; Gratton A. Prefrontal cortical regulation of hypothalamic-pituitary-adrenal function in the rat and implications for psychopathology: side matters Psychoneuroendocrinology Volume 27, Number 1, January 2002, pp. 99-114(16)
28.Okada T, Tanaka M, Kuratsune H, Watanabe Y, Sadato N.Mechanisms underlying fatigue: a voxel-based morphometric study of chronic fatigue syndrome BMC Neurol. 2004 Oct 4;4(1):14
29.Figueiredo HF, Bruestle A, Bodie B, Dolgas CM, Herman The medial prefrontal cortex differentially regulates stress-induced c-fos expression in the forebrain depending on type of stressor Eur J Neurosci 2003 Oct;18(8):2357-64

Beslenme ve Hastalıklar

Hastalıkların temelinde yatan neden vücut sisteminde gelişen dengesizliktir. Genetik olarak ana-babadan aldığımız özellikler, bozulan vücut sisteminin hangi bölgeden yakınma yaratacağını belirler.
Vücudumuzun düzenli çalışması için sağlam hücrelere, hormonlara ve yakıta ihtiyacı vardır. Besinler yeni hormonların yapımında, hücre yapısının oluşmasında ve enerji kaynağı olarak önemli ve gereklidirler. Örneğin depresyon, kolay sinirlenme, panik atak, yaygın beden ağrıları, migren, epilepsi gibi durumlarda, beyinde nörotransmiter adı verilen ve hücreler arası iletimi ve dolayısıyla vücudun düzenli çalışmasını sağlayan maddelerin düzeylerinde değişmeler gözlenir. İlaç tedavilerinde nörotransmiterlerin yaptığı işi güçlendiren tedaviler uygulanır.
Nörotransmiterler beyinde, gıdalardan alınan proteinlerin yapısını oluşturan aminoasitler ile yapılır. Dolayısıyla yukarıda adı geçen ve beyin çalışma bozukluğu sonucu oluşan hastalıkların tedavisini kolaylaştırmak için protein ağırlıklı beslenmek gerekir. Et, yumurta, baklagiller önemli protein kaynaklarıdır. Ancak özellikle kadınların kimi durumlarda çukulata-tatlı yeme isteklerinin çok arttığını görürüz. Bu tür besinler ile seratonin adı verilen ve depresyonda önemli olduğu düşünülen bir nörotansmitterin düzeyini arttırdığını ve mutluluk verdiğini gözlemleriz. Geçici olarak sağlanan bu iyilik hali ne yazık ki beyni tedavi edici özelliğinden bahsedilemez. Çünkü şekerlerli gıdaların alınmasından yaklaşık 2 saat sonra gelişen ani kan şekeri düşüklüğü (hipoglisemi) vücudun çalışma sistemini tamamen bozucu bir etkiye sahiptir. Doğada şekerler basit halde bulunmazlar. Doğal olmayan çukolata vb tatlı besinler rafine ürünlerdir. Doğal olmayan her besin gibi onlarda, vücudun binlerce yıllık doğal besinlerle gelişimi ile oluşan çalışma düzeninde yabancı ve zararlıdır. Rafine edilmiş şekerli besinler, makarna, ekmek gibi karbonhidratlı gıdalar hipoglisemi geliştirme riski nedeniyle zararlıdırlar.
Yağlar da proteinler gibi vücudun dengeli çalışması ve hastalıklarla mücadele için gereklidirler. Kolesterol hem yeni hücrelerin oluşmasında hem de hormonların yapımında çok önemlidirler. Hastalıklarla savaşmak için vücut fazla kolesterole ihtiyaç duyar ve bu nedenle karaciğerde kolesterol yapımını arttırır. Kanda kolesterol yüksekliğini bir hastalık gibi görmek ve tedavisi için ilaç vermek önemli bir tıbbi hatadır. Gerekçe olarak kolesterolün kalp damarlarını tıkadığı söylenir. Gerçekte ise kalp damarlarında gelişen tıkaç(atherom plağı) içinde kolesterol oranı sadece %3'tür. Tıkacın %50 den fazla kısmını kalsiyum oluşturur. Bu tıkacın gelişimini önlemek için kulanılan kolesterol düşürücü ilaçların vücuda zararı, kolesterolün damar tıkama özelliğinden çok daha fazladır.
Kolesterol düşürücü ilaçlar karaciğere zararlıdır, kas dokusunu tahrip eder ve dolaylı olarak böbreklere zarar verir, kas ağrılarına neden olur. Kolesterolden fakir diet alındığında vücut kolesterol harcamayı durdurur. Çünkü kolesterol gereklidir. Kolesterol düşüklüğü ile depresyon riski artar, kanser riski artar, cilt kurur, cinsel isteksizlik ve güçsüzlük olur, kemik yapısı bozulur. Kadınlarda östrojen, erkeklerde testosteron hormonları için kolesterol gerekir. Her iki cins için de bu hormonlar bir çok açıdan koruyucu özellikleri vardır. Sonuç olarak kolesterol yüksekliği hekimin anlaması gereken bir beden dilidir. Bir hastalık değildir. Bu nedenlerden dolayı kolesterolden fakir diet verilmesinin yararı değil zararı vardır.
Bin yıllar boyunca doğa da, doğal ortamla beslenerek gelişmiş insan vücudu, hastalıklardan korunma ve tedavi olarak gene doğal yöntemleri kullanmalı ve rafine edilmiş, ek gıdalar eklenmiş, fabrikasyon gıdalardan uzak durmalıdır. Kaynaklar ve diğer yazılar için www.beyindoktoru.com
Dr Güçlü Ildız
Nöroloji Uzmanı

Kafa Darbesi (Travma)

32 yaşında, mesleki açıdan başarısının zirvesinde, yaşamayı seven, sahip olduklarının değerini bilen bir iş kadını Lale hanım. Sabah işe giderken özel yapım makam aracının sol arka koltuğunda günlük gazetelere göz atıyor. Yolunu kesen yaya nedeniyle araç ani fren yapıyor. Başını ön koltuğun yumuşak başlığına çarpıyor. Bir kaç saniyelik yaşanan şaşkınlık ardından "iyi" olduğu söylüyor ve yola devam ediyor. Aynı gün ögleden sonra başlayan baş dönmesi nedeniyle hastaneye gidiyor. Beyin MRI dahil olmak üzere yapılan ayrıntılı sağlık incelemesi (check-up) sonucu normal olduğu, sabah yaşadığı kazanın önemsiz olduğu, son günlerde iş yorgunluğuna ve olasılıkla kulak içinde yeralan denge organının etkilenmesi sonucu baş dönmesinin olduğu, istirahat ile düzeleceği söyleniyor. 3 gün sonra kendisini daha iyi hisseden Lale hanım yoğun iş temposuna tekrar geri dönüyor.
1 ay sonra isteksizlik ve başında boşluk hissi nedeniyle psikiyatriste görünüyor. 2 ay sonra regl düzensizliği nedeniyle kadın doğum uzmanına muayene oluyor. 3.ay içinde başdönmesi, isteksizlik, halsizlik, uyku bozukluğu, başında boşluk hissi, dikkatini yoğunlaştıramama, gözlerde sulanma, çabuk yorulma yakınmaları sonucu depresyon tanısı ile antidepresan ilaçlar kullanmaya başlıyor. İş başarısı olumsuz etkileniyor. Geçici olarak işten ayrılıyor. Zaman zaman kendini iyi hissetse de dikkatini toplama ve sürdürmede zorluk nedeniyle 3 ay önceki verimini yakalamakta zorluk çekiyor.
Ahmet 27 yaşında. Son aylarda nedenini anlamadığı kadar sinirli. “Kendimi bildim bileli sinirliyim aslında” diyor. “Ama neden son zamanlarda bu durum çok arttı. Sevdiklerimi haksız yere kırıyorum. Olmadık yerde ani çıkışlar gösteriyorum”. Ali bey 6 ay önce mühendisliğini yaptığı şantiyede başına kalas düşmüş. "Aslında bir şey olmadı" diyor. Zaten çekilen tomografi de normalmiş. "2 gün başım ağrıdı, o kadar" diyor.
Erdem 10 yaşında, "arkadaşlarıyla sürekli kavga eden, çok sinirli, geçimsiz, ders çalışmayan bir çocuk oldu" diyor annesi. "Oysaki yaz tatili başlamadan önce oğlum kuzu gibiydi, çok iyi bir çocuktu, dersleri çok iyiydi, yaz tatilinde birden huyu değişiverdi". Erdem tatilde bisikletten düşmüş ve başının sol yan tarafını kaldırıma çarpmış. "Çekilen filmler normal çıktı, bir şeyi yok diye gönderdiler" diyor annesi.
Ziyarete gelen meslektaşım 70 yaşında ve 45 yıldır astım hastası. "Ailede hiç astım yok neden beni buldu bu bela" diye söylenirken, hiç kafa darbesi alıp almadığını soruyorum gençliğinde. Hemen atılıp "yok" diyor. Ama gerçek yanıtı 1 gün sonra telefonla aradığında söylüyor. "İlk astım krizinden 1 ay önce araba kazası yapmıştım. Kafamı direksiyona çarptım. Okuduğum bir tıp kitabında astımın kafa darbesi sonrası ortaya çıkabileceğini yazıyordu. Tabi o zamanlar önemsememiştim. Gerçek olsa bile yapılabilecek bir şey yoktu"
50 km. sabit hızla giden aracın birden durması ile beden durur, kafa durur ama beyin duramaz. Kendi kafatası içine çarpar.(şekil) Kafatası içi, dış yüzeyi gibi düzgün olmayıp çeşitli kemik çıkıntıları bulunur.(şekil) Kafanın ivmeli hareketleri sonucu beyin bu çıkıntılara çarpar ve dokuda duyarlılık oluşturabilir.
Örneklerden de anlaşılacağı gibi önemli olsun ya da olmasın alınan tüm kafa darbeleri beyni etkiliyor. Darbenin etkisinin ne olacağı darbenin şiddetinden öte, darbe alan beynin özellikleriyle ilgili olduğu söylenebilir. Çünkü her darbe alan beyin yakınma yaratmıyor ya da çok küçük bir darbe beklenmedik olaylara yol açabiliyor. Sonuç olarak tirilyonlarca ağ ile birbirine bağlanan milyarlarca beyin hücresinin her kişide yarattığı, kişilik, duygu, düşünce ve davranış özellikleri birbirinden farklıdır. Bu nedenle yaşamış olan ve yaşayan insanlar tam olarak birbirine benzemez. Beynin bu karışık özelliği nedeniyle her alınan darbenin etkisi, her insanda farklı sonuçlar doğuracaktır. Farklılığı yaratan önemli bir neden, darbe öncesinde var olan beyin çalışma duyarlılıklarıdır. Duyarlılıkların her insanda farklı özellikler içermesiyle kişilik farklılıkları ortaya çıkar. Grinin tonlarına benzetebileceğimiz bu duyarlılık farkları, ton karardıkça hastalık, ton rengi açıldıkça normal kişilik özellikleri ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. İşte, alınan kafa darbeleri var olan ton rengini karartarak beyin çalışma özelliklerini hastalık boyutuna sokabilir ya da açık tonlarda olan duyarlılık derecelerini koyulaştırarak duyarlı kişilik özellikleri geliştirebilir.
Darbe alınan bölgenin özelliklerine göre, yakınmalar çeşitlilik gösterebilir. Çoğunlukla alın (prefrontal) ve şakak (temporal) bölgelere alınan darbeler sonucu duygu, düşünce, davranış ve bedensel yakınmalar ortaya çıkar.
Alın-beyin ön bölgesi (prefrontal korteks-PFK), ıbeynin yönetim merkezidir. Zaman yönetimi, yargılama, planlama, düzenleme, davranış kontrolü, ayrıntılı düşünme ve etkiye gösterilen tepki (dürtü kontrol) düzenlenmesi bu bölgede gerçekleşir. Nerede, ne şekilde tavır ve davranışlarımızın olabileceği, amaca ulaşmak için gereken davranış modeli, işin oluşması için gereken yönetim şekli, olgun ve etkili kişilik özellikleri bu bölgede şekillenir. Neyi, nasıl, ne şekilde söyleyeceğimize karar verir. Dengeli davranmamızı, iş ve sosyal deneyimlerin sentezini yaparak alternatifleri doğru saptamamızı sağlar. Örneğin iyi çalışan bir prefrontal bölgeniz varsa, eşinizle olan bir tartışmayı kolaylıkla tatlıya bağlayabilirsiniz. Duyarlılık var ise davranışlarınız tartışmanın daha da büyümesine yol açacaktır. Kuyrukta bekleyemeyen sabırsız kişiye öndeki yerini veriyor ise sabırsız olanın PFK sorunu vardır, sırasını veren kişide ise iyi çalışan bir PFK. PFK sorunların çözümünde ve durum tespitinde size yardımcı olur. Düzenli aralıklarla satranç oynayanlar iyi bir beyin ön bölge işlevine sahip olabilirler. Hatalardan ders almamızı sağlar. PFK iyi çalışan hata yapmaz demek değildir ama hatalarını tekrarlamazlar. PFK iyi düzeyde olanlar elindeki işleri zamanında ve strese girmeden bitirirler. Sorunu olan ise işi son ana bırakır. Zaman darlığı nedeniyle aşırı strese girerler. Sorunu olmayan önceki deneyimlerinden işini zamanında yapmayı öğrenmiştir. Sorunu olan davranışlarını ve amaçlarını deneyimlerine değil anlık düşüncelerine göre gerçekleştirir. Bu nedenle sık hata yaparlar. PFK dikkati ve devamlılığı sağlar. Önemli duygu ve düşüncelere yoğunlaşmayı, önemsizleri süzmeyi gerçekleştirir. Kısa süreli hafızayı sağlamada ve öğrenmede bu özellikler çok önemlidir. PFK beynin diğer bölgelerine bilgi verir ve alır. Dikkatin sağlanması için diğer bölgelerden gelen bilgilerin alımını azaltır. Dikkat eksikliği ve/ya da hiperaktivite bozukluğunda bu işlev sağlanamaz. Dolayısıyla dış uyaranlar baskılanamadığından dikkat çabuk dağılır. Duyguların hissedilmesi ve ifadesi; mutluluk, hüzün, neşe, nefret ve aşk’ı daha ilkel bir yapı olan limbik sisteme aktarır. Sorun olduğunda duygu ve düşünceler ifade edilemez. Çünkü limbik sistem ile olan ilişki bozulmuştur. Düşünebilmek ve tavırları, tepkileri o ölçüde gösterebilmek PFK’in önemli işlevlerinden biridir. Eş seçimi, insan ilişkileri, çocuklarla ilgilenmek, para harcamak ve araba sürmek. PFK limbik sistemi baskılayıcı mesajlar göndererek duygularla değil mantıklı yönden karar verilmesini sağlar. Bu baskı ortadan kalkarsa limbik sistem baskın hale gelir ve depresyona meyil artar. (Limbik sistem; memeli canlıların eski beyin bölümlerinden biri olan sistem, deneyim ile kazanılan duyguların dışavurumunda görev alır)
Bellek, öğrenme, duygusal denge ve sosyalizasyon sağlama konuları temporal lob’da (TL) işlenir. Deneyimlerin ana merkezidir. Görsel ve işitsel belleğin işlendiği yerdir. Bunlar kişiliğin oluşması ve eyleminde temel taşlardır. Kim, ne ve nerede olduğumuzu ifade eden beyin bölgesidir.ıÜü Konuşmayı anlama ve işleme, orta ve uzun dönem bellek, dilin ve sözcüklerin oluşturulması, duygusal açıdan dengenin sağlanması, işitilen ve görülen verilerin depolanarak işlenmesi bu bölgenin verimli çalışmasıyla sağlanır. Konuşma dili, insan ilişkilerini sağlayan ve geleceğe yön veren önemli bir araçtır. Konuşulanları anlama, önemseme, içinde yer alan duygusallığı yorumlama, okuduklarımızın ve yeni bilgilerin yorumlanıp depolanması temporal lob da gerçekleşir. Uygun sözcükleri bulamamak, iletişimin sağlanamaması ve okuma zorlukları bu bölgenin çalışmasında bozulma olduğunda ortaya çıkar. Bize neşe veren ya da üzen anıların, hatalarımızın canlanması dolayısıyla özgüven sağlanması yada güvensizliğimizin oluşmasının kaynağıdır. TL’dan gelen bellek akımı ile tavır ve davranışlarımız şekillenir. Bu bölgenin çalışmasında çıkan sorunlar bellek bozukluğuna yol açar. Yaşantımızdaki başarı durumu belleğin tekrar tekrar işlenmesine ve değişmesine yol açar. TL sorunlu ise bu olay gerçekleşemediğinden bellekteki bilgiler yenilenemez, sabit kalır ve kişinin sabit fikirli olmasına neden olur. Temporal lobu bir olay ya da bir kişi hakkında bir zamanlar bir karar vermiştir. Sonradan gelen bilgiler o olay ya da kişinin değiştiğini belirtse de bu bilgiler işlenemediğinden eski kararı kalıcı olacak ve kararını ona göre verecektir. Duygusal denge kişiliğin özelliğidir. Günlük yaşamın iniş ve çıkışları duygusal yapımızı etkiler. İyi işleyen TL duyguların dengeli olmasını sağlar. Bozukluğunda duygu durum ve davranışlar etkilenir. İnsan yüzlerinin tanınması, konuşma tonunun ayarlanması, seslerin işitilmesi, müzik ve görsel öğrenmenin sağlanması. Sosyal ilişkiler açısından yüzleri tanımak, yüz ifadelerini değerlendirmek, konuşulanların yorumunu yapmak ve bunlara bağlı olarak yüz mimik ve dil ifadelerimizi belirlemek önemlidir. TL sorunlarında sosyal ilişkiler önemli ölçüde bozulur.
Prefrontal bölge duyarlılıkları sonucu gelişen yakınmalar;
Dikkatini uzun süre veremez, sabırsız- acelecidir, zamanı iyi kullanamaz, sorumsuzdur, çabuk parlar- ani tepkiler verir, beyni durur- düşünmekte zorlanır, dağınıktır- eşyalarını kaybeder, okul ve iş başarısı kararsızdır, hataları tekrar eder, çok ya da az konuşur, yerinde duramaz ya da çok hareketsizdir, tutumlu değildir, çok merhametli ya da acımasız, sınav gerginliği, düşünmeden konuşur, maymun iştahlıdır hayırdan anlamaz, sabah zor uyanır, okula gitmek istemez, verdiği sözleri tutamaz, eşek şakası onlara göredir, unutkandır, isteksizdir, sıkılgandır, tembeldir
Temporal bölge duyarlılıkları sonucu gelişen yakınmalar;
Unutkanlık, deja vu (daha önce bulunmadığı yerle ilgili bulunmuş hissi), Jamais vu (bildik yerleri tanıyamama), ara ara gelen ve nedensiz olan panik ve korkular, boşluğa düşme duygusu, kulağa gelen ses ve seslerin yorumlanması ile ilgili sorunlar ;çınlama, hışırtı, sinek uçması vb..,bazen anormal algı nedeniyle seslerin değişik işitilmesi), görme ile ilgili anormallikler;görme alanının kenarında gölge görülmesi, cisimlerin büyüklük yada şekillerinin yanlış algılanması, koku duyulması yada tadının hissedilmesi, deri üstünde böcek geziyor hissi..vb, okulda okumayı öğrenme zorluğu, sonradan gelişen okuma zorluğu, gergin kişilik hali (kolay sinirlenme, aklına nerden geldiğini bilmediği şiddet düşünceleri ve bunlardan dolayı korku ve tedirginlik yaşanması), hafif kuşkucu düşünce hali ( bu durum ılımlı paranoya olarak ifade edilebilir ve sizofreniyle ilgisi yoktur. Benim hakkımda konuşuyorlar, bana gülüyorlar gibi, sosyal ilişkileri olumsuz etkiler), saygısızlık ya da değer vermeme, yazma ya da konuşma sırasında sözcük bulmada zorluk, duygusal dengesizlik, dini düşüncelerde artış, sürekli ibadet etme, metafizik konularına aşırı ilgi, baş ağrıları, mide ağrıları, aşırı yazı yazma.
Sayılan her iki bölge anormallikleri, etkilenen beyinlerde farklı derecelerde ortaya çıkabilir. Kimi özellikler daha belirgin, kimi özellikler daha silik ya da olmayabilir. Bu özellikler yukarıda açıklandığı gibi, darbe öncesi beyin duyarlılık özelliklerine bağlıdır.
Son yıllarda ortaya çıkan bilimsel gerçekler beyin ön bölgesinin beynin geri kalan bölgelerini yönettiğini ve dolayısıyla bedenin bilinç dışı çalışan iç organ sistemini de yönettiğini ortaya koymuştur.* Bu nedenle kafa darbesi sonrası etkilenen beyin ön bölge özellikleri dolaylı olarak kan basıncı yüksekliği, astım, guatr, şeker hastalığı, mide ülseri gibi iç hastalıkların gelişmesine ortam hazırlamakta ya da bu hastalıklara neden olmaktadır.
Beyin çalışma özelliklerinin değerlendirilmesi metabolik olarak SPECT, PET, fMRI ile yapılabilir. Beyin çalışmasını doğrudan ölçen ve kantitatif analiz ile değerlendiren QEEG ile beyin duyarlılık haritası çıkartılır ve ayrıca kafa darbe ölçeği ile yakınmaların darbeye bağlı olup olmadığı öğrenilebilir. Şekillerde kafa darbe ölçeği olumlu sonuç veren kişinin QEEG görüntüleri yer almaktadır.
Tanı yöntemi olan QEEG aynı zamanda nöroterapi tedavisine de rehberlik eder. www.noroterapi.com internet sitesinden ayrıntılı bilgi edinilebilir.
Klinik uygulamalarda çok sık karşılaşılan ve yukarıda sözü edilen yakınmalarla ilgili olarak özellikle nöroloji, psikiyatri ve beyin cerrahı hekimlerinin konu üzerinde yeterince durmadıkları bilinmektedir. Ayrıca sözü edilen tanı ve tedavi yöntemleri henüz ülkemizde, üniversitelerde bile yeterince yaygınlaşmamış olduğu görülmektedir. Bu nedenlerden dolayı kafa darbesine bağlı yakınmaları olan hastalar çoğunlukla kafa darbeleri konusunda sorgulanmadıklarından anksiyete, kişilik bozukluğu gibi geleneksel psikiyatrik tanılar almakta ve psikiyatrik ilaç tedavisi yöntemlerinden fayda bulamamaktadırlar.
Dr Güçlü Ildız
Nöroloji Uzmanı
*Cerqueria JJ, Mailliet F., J Neurosci. 2007 Mar 14;27(11):2781-7
*Julıan F. Thayeresther Sternberg Annals Of The New York Academy Of Sciences Volume 1088 November 2006
*Bruce S McEwen Ph.D Allostasis and Allostatic LoadNeuropsychopharmacology (2000) 22 108-124
*Wayne c. drevets Prefrontal Cortical-Amygdalar Metabolism in Major Depression, Annals of the New York Academy of Sciences 877 (1), 614–637
*Hardy SG, Anatomical data supporting the concept of prefrontal influences upon hypothalamo-medullary relaysNeurosci Lett. 1994 Mar 14;169(1-2):17-20.
*J. Lorenz, S. Minoshima, K. L. Casey The role of the dorsolateral prefrontal cortex in pain modulation Brain, Vol. 126, No. 5, 1079-1091, May 2003